19.10.2013 [12:17] - Xəbərlər, Türk dünyası-Turan, Müsahibə
Bilge diplomat Şükrü Elekdağ’dan bomba gibi açıklamalar:
“Erdoğan’ın Suriye politikası Cumhuriyet tarihine, devlet yönetimindeki
en büyük basiretsizlik, gaflet, yeteneksizlik örneği olarak geçecektir…”
Sevgili okurlarım,
Yaşadığımız coğrafyadaki kargaşa, Müslümanların barış, hoşgörü ve sevgiyle kucaklaşması gereken Kurban Bayramı’nda da devam etti. Irak’ta ve Suriye’de patlayan bombalar, yüzlerce masum insanın canını aldı. Batılı kaynaklar Suriye’de El Kaide ve El Nusracı teröristlerin katliamlarının Beşar Esad’ın elini güçlendirdiğini öne sürmeye başladılar. Bu arada Başbakan Erdoğan’ın bayram öncesinde açıkladığı “demokratikleşme paketi” tatil günlerinde de tartışılmaya devam etti.
Türkiye’yi kuşatan büyük tehlikeyi bilge diplomat, eski CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ ile konuştuk. İşte Elekdağ’ın çarpıcı açıklamaları:
UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, tarafsız yorumculara göre Erdoğan Hükümeti, bir yandan PKK’nın isteklerini yerine getirerek “Türk” kavramını içeren andımızı kaldırırken, diğer yandan da ülke içinde ve dışında büyük Kürdistan coğrafyasını oluşturacak adımlar atıyor, tavizler veriyor. Bu arada Başbakan Erdoğan’ın, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Beşar Esad hakkında övücü sözler söylemesine sinirlenerek “Esed teröristir, buna övgü gösterecek bir insan tasavvur edemiyorum” demesi, dünya siyasetini ve Suriye’de değişen dengeleri okuyamadığını ortaya koyuyor. Nitekim, Suriye’deki cihatçı örgütlerin El-Kaide’nin uzantısı El-Nusra çatısı altında birleşmeleri, bu ülkedeki dengeleri temelden değiştirmiş bulunuyor. Obama yönetimi, kendine yakın kalemlerin önde gelen ABD gazetelerinde yayımladıkları makalelerle, Başbakan Erdoğan’ı, El Kaide’nin Suriye’de çözümü zorlaştıran bir tehlike olarak ortaya çıkmasının sorumlusu olarak gösteriyor. Nihayet, Ankara’nın Çin füze savunma sistemini tercih kararı Türkiye’nin NATO üyeliğini tehlikeye düşüreceği hususunda iddialara yol açıyor. Uygun görürseniz sohbetimize öğrenci andının kaldırılmasından başlayalım… Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bir taşla iki kuş vurdular
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): İlkokullarda çocuklarımıza okutulan “Türküm, doğruyum, çalışkanım…” diye başlayan andın kaldırılması, Türk milletine, Türklük ruhuna, Cumhuriyetimize ve atalarımızın bize bıraktığı milli değerlerle mirasa ihanettir. İddia edildiği gibi “Türklük” ve “Türk Milleti” sözcüklerinin etnisiteyle ve ırkla alakası olmayıp, bu kavramlar, dil, tarih ve ülkü birliğine dayanan bir bilinç/şuuru yansıtmaktadır. AKP iktidarı öğrenci andını kaldırarak bir taşla iki kuş vurmayı amaçlamıştır:
Birincisi, PKK ile sürdürdüğü müzakere bağlamında terör örgütüne en büyük tavizi vermiştir. İkincisi, Türklük şuurunu ve ulus-devleti yok etmek, millet direncini ve bilincini ortadan kaldırmak ve bunların yerine ümmet bilincini yerleştirmeyi hedefleyen planının bir aşamasını uygulamaya koymuştur. Hükümet, Türk Milleti’ni adım adım Türklük şuurundan, milli değerlerinden, “asabiyesinden” yani aidiyet duygusundan uzaklaştırıyor. Türk adını ve TC’yi nerede görülürse kaldırıyor. Şunu zihnimize kazımamız lazım. “Türklük” ve “Türk milleti” aidiyet duygusunu özünde barındıran ulus-devlet olgusu Türkiye’nin varlığıyla eş anlamlıdır. Aidiyet duygusunu yitiren toplum, tarih sahnesinden silinip gider. İçinde bulunduğumuz ortamda esas yok edilmek istenen ulus-devlettir. Yani bugün Türk milletinin ateşle imtihanı, hedef tahtasındaki ulus-devleti korumaktır. Halkımız büyük şairimiz Mehmet Akif’in şu dizelerine kulak vermeli: “Ey dipdiri meyyit (ölü) ‘iki el bir baş içindir’/ Davransana, eller de senin baş da senindir/ His yok, hareket yok, acı yok… leş mi kesildin?/ Hayret veriyorsun bana… sen böyle değildin.”
Evet halkımız derin gaflet uykusundan uyanmalı, kimliğine sahip çıkmalı ve bu gidişe seçimlerle “dur” demelidir.
Suriye politikası yanlış
(UD): Bu etkileyici değerlendirmenizin ardından AKP iktidarının Suriye politikasına eğilelim.
(ŞE): Hemen belirteyim ki Başbakan Erdoğan’ın Suriye politikası Cumhuriyet tarihine, devlet yönetimindeki en büyük basiretsizlik, gaflet, yeteneksizlik ve Türkiye’nin güvenliğine en ağır ve yıkıcı zararlar verme örneği olarak geçecektir… Bu zararların birincisi, PKK’nın 29 yıldır hayal ettiği ve ağır kayıplar vermesine rağmen gerçekleştiremediği hedefleri Erdoğan’ın Suriye politikası sayesinde elde etmesidir. Nitekim, PKK’nın uzantısı PYD, Suriye’nin zengin petrol kaynaklarına sahip Kuzeydoğusu’nda Rojova adlı bir hakimiyet bölgesi kurarak, PKK’ya maddi ve moral güce ilaveten geniş bir hareket alanı da kazandırmıştır. Ayrıca, bu şekilde Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne ilaveten ikinci bir Kürt hakimiyet alanının kurulmasıyla hem büyük Kürdistan’a zemin hazırlanmış, hem de Kuzey Irak’ı Akdeniz’e bağlayacak Kürt koridorunun gerçekleştirilmesinin temel taşları döşenmiştir.
(UD): Obama yönetimi, kendine yakın gazetecilerin önde gelen iki gazetede yayımladıkları makaleleriyle, Başbakan Erdoğan’ı, El Kaide’nin Suriye’de çözümü zorlaştıran bir faktör olarak ortaya çıkmasının sorumlusu olarak gösteriyor. Buna ne diyorsunuz?
(ŞE): Evet AKP iktidarı, kendi elleriyle Türkiye’nin başına El-Kaide belasını sardırmakla kalmamış, bu şekilde Suriye’de de çözümü güçleştiren bir faktör yaratmıştır. Bu belanın/tehdidin oluşumunun temelinde, AKP iktidarının, “Esad’ı düşürmek için her şey mubahtır” görüşüyle radikal İslamcı grupların Türkiye’den Suriye’ye geçiş ve lojistik ikmal merkezi olarak yararlanmalarına izin vermesi yatıyor. Washington’un ısrarlı ve öfkeli “yanlış yapıyorsunuz” uyarılarına rağmen, Ankara bu gruplara silah ve cephane de sağlayarak palazlanmalarına yardım etti. Kısa süre önce bu cihatçı gruplardan 13 tanesi Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) koparak El-Kaide’nin lideri Ayman El Zevahiri’ye bağlı El-Nusra örgütü çatısı altında birleşince, Obama yönetiminin bu husustaki uyarılarının ne denli doğru olduğu anlaşıldı. El Kaide cephesinin amacı Suriye’de şeriata dayalı İslam devleti kurmak. Halen Suriye ile sınırdaş vilayetlerimizde üsler kurarak içimize girmiş olan El Nusra buralarda mücahit militan devşiriyor. ABD’den gelen baskılar nedeniyle Türkiye sınır kapılarını kapatma mecburiyetinde kalınca El-Kaide’nin tepkisi iki türlü oldu. Önce, yine El Kaide’nin bir kolu olan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) elindeki ve Kilis’in 3 km. güneyindeki Azez kasabasını saldırıyla ele geçirdi. Arkadan da El Kaide’den Türkiye’nin kapıları açmaması durumunda intihar saldırılarına hedef olacağı tehdidi geldi. Bunu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınırımız yakınındaki IŞİD mevzilerini misilleme olarak topa tutması izledi. Halen IŞİD ve El Nusra ile ÖSO arasında Halep’te şiddetli çatışmalar cereyan ediyor. ÖSO’nün en büyük destekçisinin Türkiye olduğu dikkate alınırsa, ülkemizin El Kaide’nin hedef tahtasında olduğu kolayca anlaşılır.
El Kaide büyük tehdit
(UD): Siz 18 Eylül tarihindeki son söyleşimizde Türkiye ile ABD arasında perde arkasında ciddi bir krizin cereyan ettiğini vurgulamıştınız. Bunun varlığı şimdi iyice su yüzüne çıktı. ABD’nin tepkileri sonucu Türkiye halen Suriye’de çözüm sürecinin dışına itilerek bir seyirciye dönüştürülmüş durumda…
(ŞE): Tamamen öyle… Ama önce El Kaide tehdidine karşı konulması gerekiyor. Bunun için Başbakan Erdoğan, gerçekleri hesaba katan öngörülü politikalara yönelmeli ve bu bağlamda Esad’ın askeri yöntemle saf dışı edilmesi saplantısından vazgeçerek derhal El Kaide tehdidini bertaraf etmeye ve kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamaya odaklanmalıdır. Suriye’deki duruma gelince, burada ibrenin birden Esad tarafına döndüğünü görüyoruz. Kerry’nin Esad’ı övmesinin nedeni, sadece Esad’ın Suriye’deki kimyasal silahlarının imhasında gösterdiği işbirliğinin takdir edilmesinden ileri gelmiyor… Kerry’nin iltifatkar sözleri aynı zamanda, “Esad’ın yerini El Kaide dolduracaksa, o zaman Esad kalmalı” görüşünden kaynaklanıyor. Bu ortamda öncelikli sorun “Suriye’yi El Kaide’den kimin kurtaracağı” oluyor. Görünürde de bunu Esad’dan başka yapabilecek kimse yok… Bu durum, Esad rejiminin ömrünün uzamasının garantisi oluyor. Ayrıca, ABD’nin de Cenevre-2 sürecinde Esad rejiminin de içinde olacağı bir çözümü öngören Rus formülüne sıcak bakmasına yol açıyor.
Füze savunma sistemi
(UD): Hükümetin füze savunma sistemi ihalesinde Çin devlet firmasını seçmesine karşı ABD’nin ve NATO’nun tepkileri büyüyor. Hükümet bu baskılara dayanabilecek mi?
(ŞE): Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM) tarafından yapılan açıklamalardan, Çin firması tarafından üretilen FD-2000 yüksek irtifa füze-savar sisteminin,
1) Harekat ihtiyacı, yani görevi yerine getirme yeteneği,
2) Sanayimize sağlayacağı katılım oranı ve teknoloji transferi ile, 3) Maliyet açılarından, ihaleye giren Fransa-İtalya ortaklığı Eurosam ve ABD’li Rayteon firmaları tarafından üretilen sistemlere nazaran daha avantajlı olduğu anlaşılıyor.
SSM’nın açıklamaları ayrıca, Çin teklifinin esas cazibesinin “sistemin ortaklaşa üretilmesi ve teknoloji transferinin yüksek oranda olmasından” kaynaklandığını ortaya koyuyor.
Başta ABD olmak üzere Batılı devletler bugüne kadar Türkiye’ye silah teknolojisi transferi konusunda son derece hasis davranmışlardır. Bunun üç nedeni vardır. Birincisi, Türkiye’ye tek başına (1974 Kıbrıs harekâtı gibi), yani kendilerine muhtaç olmadan, harekât yapabilme kabiliyeti kazandırmamaktır. İkincisi, Türkiye’nin kontrollerinden çıkması ihtimalini önlemektir. Üçüncüsü de, hava kuvvetleri ve uzay teknolojileri açısından Ortadoğu’da hiçbir devletin İsrail’den daha güçlü olmaması gerektiğidir. Bu bakımdan Eurosam ve Rayteon’un Türkiye’ye ortak üretim önermeleri beklenemez.
NATO’dan çıkış
(UD): Somut olarak ortak üretim Türkiye’ye ne sağlar?
(ŞE): Ortak üretimin Türkiye’ye sağlayacağı iki stratejik kazanım vardır. Birincisi,Türkiye 1000 ve 3000 km. menzilli balistik füzeler üretebilecektir. Türkiye’nin çevresinde birçok ülke konvansiyonel başlıklarla kullanabilecekleri bu tip füzelere sahip olup, bunlar ülkemiz açısından potansiyel tehdit oluşturmaktadır. Türkiye’nin de bu tip füzeler üretebilmesi, kendisine söz konusu tehditlere karşı caydırıcılık sağlayacak ve dünyada bu tip silahlara sahip sayıları çok sınırlı ülkeler arasında yer almasına imkân vererek diplomasisine güç kazandıracaktır. İkincisi, Türkiye kendi yayın ve gözetleme uydularını uzayda yörüngeye oturtmak için füzeler üretme ve uzun menzilli radarlar geliştirme kapasitelerini kazanacaktır. Bu da Türkiye’yi dünya güç hiyerarşisinde bugünküne nazaran çok daha önemli bir yere taşıyacaktır. Bu bakımdan Hükümet, ABD ve NATO’dan gelecek baskılara sonuna kadar dayanmalı ve Çin’le işbirliğinden asla vazgeçmemelidir.
Bazı çevrelerce ileri sürüldüğü gibi Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gibi bir endişe tamamen yersizdir. Ancak, endişe duyulacak esas nokta, Hükümet’in, ABD’ye Suriye politikasından dolayı duyulan öfke veya Batılı firmalara fiyat kırdırma nedenleriyle Çin’e ihalenin verilip, bir süre sonra baskıların da etkisiyle tutum değiştirip ihalenin ikinci sıradaki İtalyan-Fransız ortaklığına verilmesidir
“Erdoğan’ın Suriye politikası Cumhuriyet tarihine, devlet yönetimindeki
en büyük basiretsizlik, gaflet, yeteneksizlik örneği olarak geçecektir…”
Sevgili okurlarım,
Yaşadığımız coğrafyadaki kargaşa, Müslümanların barış, hoşgörü ve sevgiyle kucaklaşması gereken Kurban Bayramı’nda da devam etti. Irak’ta ve Suriye’de patlayan bombalar, yüzlerce masum insanın canını aldı. Batılı kaynaklar Suriye’de El Kaide ve El Nusracı teröristlerin katliamlarının Beşar Esad’ın elini güçlendirdiğini öne sürmeye başladılar. Bu arada Başbakan Erdoğan’ın bayram öncesinde açıkladığı “demokratikleşme paketi” tatil günlerinde de tartışılmaya devam etti.
Türkiye’yi kuşatan büyük tehlikeyi bilge diplomat, eski CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ ile konuştuk. İşte Elekdağ’ın çarpıcı açıklamaları:
UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, tarafsız yorumculara göre Erdoğan Hükümeti, bir yandan PKK’nın isteklerini yerine getirerek “Türk” kavramını içeren andımızı kaldırırken, diğer yandan da ülke içinde ve dışında büyük Kürdistan coğrafyasını oluşturacak adımlar atıyor, tavizler veriyor. Bu arada Başbakan Erdoğan’ın, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Beşar Esad hakkında övücü sözler söylemesine sinirlenerek “Esed teröristir, buna övgü gösterecek bir insan tasavvur edemiyorum” demesi, dünya siyasetini ve Suriye’de değişen dengeleri okuyamadığını ortaya koyuyor. Nitekim, Suriye’deki cihatçı örgütlerin El-Kaide’nin uzantısı El-Nusra çatısı altında birleşmeleri, bu ülkedeki dengeleri temelden değiştirmiş bulunuyor. Obama yönetimi, kendine yakın kalemlerin önde gelen ABD gazetelerinde yayımladıkları makalelerle, Başbakan Erdoğan’ı, El Kaide’nin Suriye’de çözümü zorlaştıran bir tehlike olarak ortaya çıkmasının sorumlusu olarak gösteriyor. Nihayet, Ankara’nın Çin füze savunma sistemini tercih kararı Türkiye’nin NATO üyeliğini tehlikeye düşüreceği hususunda iddialara yol açıyor. Uygun görürseniz sohbetimize öğrenci andının kaldırılmasından başlayalım… Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bir taşla iki kuş vurdular
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): İlkokullarda çocuklarımıza okutulan “Türküm, doğruyum, çalışkanım…” diye başlayan andın kaldırılması, Türk milletine, Türklük ruhuna, Cumhuriyetimize ve atalarımızın bize bıraktığı milli değerlerle mirasa ihanettir. İddia edildiği gibi “Türklük” ve “Türk Milleti” sözcüklerinin etnisiteyle ve ırkla alakası olmayıp, bu kavramlar, dil, tarih ve ülkü birliğine dayanan bir bilinç/şuuru yansıtmaktadır. AKP iktidarı öğrenci andını kaldırarak bir taşla iki kuş vurmayı amaçlamıştır:
Birincisi, PKK ile sürdürdüğü müzakere bağlamında terör örgütüne en büyük tavizi vermiştir. İkincisi, Türklük şuurunu ve ulus-devleti yok etmek, millet direncini ve bilincini ortadan kaldırmak ve bunların yerine ümmet bilincini yerleştirmeyi hedefleyen planının bir aşamasını uygulamaya koymuştur. Hükümet, Türk Milleti’ni adım adım Türklük şuurundan, milli değerlerinden, “asabiyesinden” yani aidiyet duygusundan uzaklaştırıyor. Türk adını ve TC’yi nerede görülürse kaldırıyor. Şunu zihnimize kazımamız lazım. “Türklük” ve “Türk milleti” aidiyet duygusunu özünde barındıran ulus-devlet olgusu Türkiye’nin varlığıyla eş anlamlıdır. Aidiyet duygusunu yitiren toplum, tarih sahnesinden silinip gider. İçinde bulunduğumuz ortamda esas yok edilmek istenen ulus-devlettir. Yani bugün Türk milletinin ateşle imtihanı, hedef tahtasındaki ulus-devleti korumaktır. Halkımız büyük şairimiz Mehmet Akif’in şu dizelerine kulak vermeli: “Ey dipdiri meyyit (ölü) ‘iki el bir baş içindir’/ Davransana, eller de senin baş da senindir/ His yok, hareket yok, acı yok… leş mi kesildin?/ Hayret veriyorsun bana… sen böyle değildin.”
Evet halkımız derin gaflet uykusundan uyanmalı, kimliğine sahip çıkmalı ve bu gidişe seçimlerle “dur” demelidir.
Suriye politikası yanlış
(UD): Bu etkileyici değerlendirmenizin ardından AKP iktidarının Suriye politikasına eğilelim.
(ŞE): Hemen belirteyim ki Başbakan Erdoğan’ın Suriye politikası Cumhuriyet tarihine, devlet yönetimindeki en büyük basiretsizlik, gaflet, yeteneksizlik ve Türkiye’nin güvenliğine en ağır ve yıkıcı zararlar verme örneği olarak geçecektir… Bu zararların birincisi, PKK’nın 29 yıldır hayal ettiği ve ağır kayıplar vermesine rağmen gerçekleştiremediği hedefleri Erdoğan’ın Suriye politikası sayesinde elde etmesidir. Nitekim, PKK’nın uzantısı PYD, Suriye’nin zengin petrol kaynaklarına sahip Kuzeydoğusu’nda Rojova adlı bir hakimiyet bölgesi kurarak, PKK’ya maddi ve moral güce ilaveten geniş bir hareket alanı da kazandırmıştır. Ayrıca, bu şekilde Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne ilaveten ikinci bir Kürt hakimiyet alanının kurulmasıyla hem büyük Kürdistan’a zemin hazırlanmış, hem de Kuzey Irak’ı Akdeniz’e bağlayacak Kürt koridorunun gerçekleştirilmesinin temel taşları döşenmiştir.
(UD): Obama yönetimi, kendine yakın gazetecilerin önde gelen iki gazetede yayımladıkları makaleleriyle, Başbakan Erdoğan’ı, El Kaide’nin Suriye’de çözümü zorlaştıran bir faktör olarak ortaya çıkmasının sorumlusu olarak gösteriyor. Buna ne diyorsunuz?
(ŞE): Evet AKP iktidarı, kendi elleriyle Türkiye’nin başına El-Kaide belasını sardırmakla kalmamış, bu şekilde Suriye’de de çözümü güçleştiren bir faktör yaratmıştır. Bu belanın/tehdidin oluşumunun temelinde, AKP iktidarının, “Esad’ı düşürmek için her şey mubahtır” görüşüyle radikal İslamcı grupların Türkiye’den Suriye’ye geçiş ve lojistik ikmal merkezi olarak yararlanmalarına izin vermesi yatıyor. Washington’un ısrarlı ve öfkeli “yanlış yapıyorsunuz” uyarılarına rağmen, Ankara bu gruplara silah ve cephane de sağlayarak palazlanmalarına yardım etti. Kısa süre önce bu cihatçı gruplardan 13 tanesi Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) koparak El-Kaide’nin lideri Ayman El Zevahiri’ye bağlı El-Nusra örgütü çatısı altında birleşince, Obama yönetiminin bu husustaki uyarılarının ne denli doğru olduğu anlaşıldı. El Kaide cephesinin amacı Suriye’de şeriata dayalı İslam devleti kurmak. Halen Suriye ile sınırdaş vilayetlerimizde üsler kurarak içimize girmiş olan El Nusra buralarda mücahit militan devşiriyor. ABD’den gelen baskılar nedeniyle Türkiye sınır kapılarını kapatma mecburiyetinde kalınca El-Kaide’nin tepkisi iki türlü oldu. Önce, yine El Kaide’nin bir kolu olan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) elindeki ve Kilis’in 3 km. güneyindeki Azez kasabasını saldırıyla ele geçirdi. Arkadan da El Kaide’den Türkiye’nin kapıları açmaması durumunda intihar saldırılarına hedef olacağı tehdidi geldi. Bunu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınırımız yakınındaki IŞİD mevzilerini misilleme olarak topa tutması izledi. Halen IŞİD ve El Nusra ile ÖSO arasında Halep’te şiddetli çatışmalar cereyan ediyor. ÖSO’nün en büyük destekçisinin Türkiye olduğu dikkate alınırsa, ülkemizin El Kaide’nin hedef tahtasında olduğu kolayca anlaşılır.
El Kaide büyük tehdit
(UD): Siz 18 Eylül tarihindeki son söyleşimizde Türkiye ile ABD arasında perde arkasında ciddi bir krizin cereyan ettiğini vurgulamıştınız. Bunun varlığı şimdi iyice su yüzüne çıktı. ABD’nin tepkileri sonucu Türkiye halen Suriye’de çözüm sürecinin dışına itilerek bir seyirciye dönüştürülmüş durumda…
(ŞE): Tamamen öyle… Ama önce El Kaide tehdidine karşı konulması gerekiyor. Bunun için Başbakan Erdoğan, gerçekleri hesaba katan öngörülü politikalara yönelmeli ve bu bağlamda Esad’ın askeri yöntemle saf dışı edilmesi saplantısından vazgeçerek derhal El Kaide tehdidini bertaraf etmeye ve kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamaya odaklanmalıdır. Suriye’deki duruma gelince, burada ibrenin birden Esad tarafına döndüğünü görüyoruz. Kerry’nin Esad’ı övmesinin nedeni, sadece Esad’ın Suriye’deki kimyasal silahlarının imhasında gösterdiği işbirliğinin takdir edilmesinden ileri gelmiyor… Kerry’nin iltifatkar sözleri aynı zamanda, “Esad’ın yerini El Kaide dolduracaksa, o zaman Esad kalmalı” görüşünden kaynaklanıyor. Bu ortamda öncelikli sorun “Suriye’yi El Kaide’den kimin kurtaracağı” oluyor. Görünürde de bunu Esad’dan başka yapabilecek kimse yok… Bu durum, Esad rejiminin ömrünün uzamasının garantisi oluyor. Ayrıca, ABD’nin de Cenevre-2 sürecinde Esad rejiminin de içinde olacağı bir çözümü öngören Rus formülüne sıcak bakmasına yol açıyor.
Füze savunma sistemi
(UD): Hükümetin füze savunma sistemi ihalesinde Çin devlet firmasını seçmesine karşı ABD’nin ve NATO’nun tepkileri büyüyor. Hükümet bu baskılara dayanabilecek mi?
(ŞE): Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM) tarafından yapılan açıklamalardan, Çin firması tarafından üretilen FD-2000 yüksek irtifa füze-savar sisteminin,
1) Harekat ihtiyacı, yani görevi yerine getirme yeteneği,
2) Sanayimize sağlayacağı katılım oranı ve teknoloji transferi ile, 3) Maliyet açılarından, ihaleye giren Fransa-İtalya ortaklığı Eurosam ve ABD’li Rayteon firmaları tarafından üretilen sistemlere nazaran daha avantajlı olduğu anlaşılıyor.
SSM’nın açıklamaları ayrıca, Çin teklifinin esas cazibesinin “sistemin ortaklaşa üretilmesi ve teknoloji transferinin yüksek oranda olmasından” kaynaklandığını ortaya koyuyor.
Başta ABD olmak üzere Batılı devletler bugüne kadar Türkiye’ye silah teknolojisi transferi konusunda son derece hasis davranmışlardır. Bunun üç nedeni vardır. Birincisi, Türkiye’ye tek başına (1974 Kıbrıs harekâtı gibi), yani kendilerine muhtaç olmadan, harekât yapabilme kabiliyeti kazandırmamaktır. İkincisi, Türkiye’nin kontrollerinden çıkması ihtimalini önlemektir. Üçüncüsü de, hava kuvvetleri ve uzay teknolojileri açısından Ortadoğu’da hiçbir devletin İsrail’den daha güçlü olmaması gerektiğidir. Bu bakımdan Eurosam ve Rayteon’un Türkiye’ye ortak üretim önermeleri beklenemez.
NATO’dan çıkış
(UD): Somut olarak ortak üretim Türkiye’ye ne sağlar?
(ŞE): Ortak üretimin Türkiye’ye sağlayacağı iki stratejik kazanım vardır. Birincisi,Türkiye 1000 ve 3000 km. menzilli balistik füzeler üretebilecektir. Türkiye’nin çevresinde birçok ülke konvansiyonel başlıklarla kullanabilecekleri bu tip füzelere sahip olup, bunlar ülkemiz açısından potansiyel tehdit oluşturmaktadır. Türkiye’nin de bu tip füzeler üretebilmesi, kendisine söz konusu tehditlere karşı caydırıcılık sağlayacak ve dünyada bu tip silahlara sahip sayıları çok sınırlı ülkeler arasında yer almasına imkân vererek diplomasisine güç kazandıracaktır. İkincisi, Türkiye kendi yayın ve gözetleme uydularını uzayda yörüngeye oturtmak için füzeler üretme ve uzun menzilli radarlar geliştirme kapasitelerini kazanacaktır. Bu da Türkiye’yi dünya güç hiyerarşisinde bugünküne nazaran çok daha önemli bir yere taşıyacaktır. Bu bakımdan Hükümet, ABD ve NATO’dan gelecek baskılara sonuna kadar dayanmalı ve Çin’le işbirliğinden asla vazgeçmemelidir.
Bazı çevrelerce ileri sürüldüğü gibi Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gibi bir endişe tamamen yersizdir. Ancak, endişe duyulacak esas nokta, Hükümet’in, ABD’ye Suriye politikasından dolayı duyulan öfke veya Batılı firmalara fiyat kırdırma nedenleriyle Çin’e ihalenin verilip, bir süre sonra baskıların da etkisiyle tutum değiştirip ihalenin ikinci sıradaki İtalyan-Fransız ortaklığına verilmesidir
Bu xəbər oxucular tərəfindən 1517 dəfə izlənilmişdir!
Yahoo | |||||||
Del.icio.us | Digg | StumbleUpon | FriendFeed |