Şrift:
Emin Çölaşan: - Cumhuriyet’in 90. yılında bu kafalar.
29.10.2013 [11:15] - Xəbərlər, Türk dünyası-Turan, DAVAMın yazıları
Sevgili okuyucularım, Cumhuriyet 1923 yılında ilan edildiğinde Türkiye bir harabe idi. Birbirini izleyen savaşların tamamından yenik çıkmıştık.
1911’de İtalya, elimizdeki Libya’ya saldırıp ele geçirdi.
1912’de Balkan Savaşı patladı. Karadağ, Sırbistan, Bulgar ve Yunan ordularına yenik düştük. Tüm Rumeli elimizden çıkıp gitti. Selanik, Yanya, Edirne düştü.
Hemen ardından 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nda yer aldık. Rus Ordusu Doğu’dan girip Erzurum ve Erzincan’ı işgal etti.
Irak, Filistin, Lübnan, Suriye, Yemen elimizden çıktı.
Hezimetler birbirini izliyordu.
Savaştan ağır bir yenilgiyle çıktık.
Aslında biz o toprakların hiçbirini kendimize vatan yapamamıştık.
Osmanlı’nın kılıç zoruyla işgal ettiği o ülkeleri günün birinde yitireceğimiz belliydi çünkü Osmanlı çöküyordu.
Osmanlı Avrupa’nın alay konusu edilen “Hasta Adamı” olmuştu.
İzmir’i 1919 yılında Yunan Ordusu işgal etti. Osmanlı’nın başkenti İstanbul işgal edildi.
* * *
Tam da o aşamada ortaya bir kahraman çıktı. Allah’ın Türk Milleti’ne armağan ettiği yüce bir adamdı.
Mustafa Kemal Paşa.
Sürecin sonrasını hepimiz biliyoruz.
Ankara’da 23 Nisan 1920’de Meclis açıldı. Düzenli bir ordu yoktan var edilerek kuruldu. Bu ordu savaştı, nice zaferler kazanıp vatanı kurtardı.
1922 yılında Yunan Ordusu İzmir’de denize döküldü, 1923 yılında Lozan Antlaşması imzalandı, kapitülasyon belası kaldırıldı ve Türkiye’nin egemenliğini bütün dünya kabul etti.
29 Ekim 1923 bu sürecin son taçlanması oldu ve Cumhuriyet ilan edildi.
Ancak iş bununla bitmiyordu.
Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bütün amacı ülkemizi çağdaş, kalkınmış bir ülke
yapmaktı.
Devrimler birbiri ardına gerçekleşti.
Ülkeye “Uygarlık” getirildi.
Ortaçağ’ın karanlıklarından kurtulduk.
* * *
Bir de şimdi, aradan geçen 90 yıl sonrasında geldiğimiz noktaya bakın!.. Bakın da, güler misiniz, ağlar mısınız karar verin.
Ülkeyi yeniden karanlıklara sürgün etmeyi amaçlayan bir iktidar. Devletin tamamını, ekonomiyi, ordumuzu bile ele geçiren gerici bir topluluk.
Bütün işleri yalan söylemek, karanlık masallarını Türk Milleti’ne yutturmaya kalkışmak, ellerindeki sonsuz parayı kendi çıkarları ve reklamları uğruna eşe dosta peşkeş çekmek!
Padişah özentisi hazret daha iki gün önce konuştu:
“Biz Müslümanız. Rabbim bizi kavimler halinde yaratmış. Herkes farklı kavimde. Ama birbirine üstünlük taslamamış. Bakıyorsun, Türklükle üstünlük taslıyor. Niye üstünlük
taslıyorsun, geç o işi. Sen illa onu Türk Milleti diye dayatırsan öbürü de Kürt Milleti der. Diyorlar ki Türk Milleti hepsini kavrar. Hayır, kavramaz. Millet kavramının önüne etnik bir unsuru (Türklüğü) koyarsanız ayrımcılık olur.”
Şu adamın mantığına bakar mısınız?
“Türk Milleti” diyemeyen kafa işte bu.
Bu kafa Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk Milleti’ni “Kavim” anlayışıyla yönetiyor.
Yazıklar olsun.
* * *
Bu kafa Cumhuriyet’in 90. Yıldönümü gölgelensin diye bugüne Marmaray açılışı koyuyor.
Ama İstanbul’a yıllardır Anadolu’dan tren gidemiyor! Eskişehir’den sonrasına tren
işlemiyor. Bu kafa onu görmüyor, gündeme getiremiyor.
Ülkeyi düşman istilasından kurtaran kahramanlar, başta Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü, bunların boy hedefi.
Bu kafalar onlara her gün saldırıyor, aşağılamaya, alay etmeye yelteniyor.
Laik ve demokratik Cumhuriyet’in kurucuları, o ilkel tiplerden her gün küfür yiyor! İsimleri bu utanmaz herifler tarafından okul kitaplarından çıkarılıyor.
* * *
Kafalarında hep o acayip “Osmanlı” kavramı!.. Marmaray açılışı yapacaklar, o projeyi önce Abdülhamit isimli zalim padişahın düşündüğünü söyleyip gülünç oluyorlar.
Aynı gerekçeyle Kerkük ve Musul petrollerinin aslında Abdülhamit’in özel mülkü olduğunu, Türkiye’ye iade edilmesi gerektiğini savunuyorlar.
Bir zamanlar Türk Tarih Kurumu diye çok ciddi, bilimsel araştırmalar yapan bir kurum vardı. Onun şimdiki başkanı olan Metin Hülagü isimli şahsın sözleri dün gazetelerde yer buldu:
“Yurtta sulh cihanda sulh gibi sözler 100 yıl geride kaldı. Biz istersek Musul ve Kerkük petrollerini alabiliriz. Çünkü oraları Abdülhamit’in özel mülkü idi. Uluslararası hukukta
kişilerin mülküne dokunulamaz.
Oraları alabilmek için önce Osmanlı hanedanının Türkiye’de (Atatürk döneminde) kamulaştırılan mallarını iade etmeliyiz!”
Kafalarında tuhaf bir Osmanlı saplantısı!..
Adam bu sözlerle hem Türkiye ve hem de dünya ile alay mı ediyor, yoksa bunları
cehaletinden mi söylüyor, vallaha ben bilemem!
Türk Dil Kurumu Başkanı olan şahıs da geçenlerde “Gençlere artık Osmanlıca öğretmemiz gerekir” diyordu.
Osmanlıca!..
Arapça ile Farsça’dan oluşan kişiliksiz, tuhaf, anlaşılmaz ve karmaşık bir dil…
Sen önce Türkçemizi adam gibi öğret de, sıra sonra Osmanlıca’ya gelsin!
* * *
Sevgili okuyucularım, Cumhuriyet, 90. yılında yobaz, gerici, Osmanlı hasretiyle yanıp tutuşan kafaların elinde.
Onlar Atatürk’e düşman. Onlar Cumhuriyet’e baş koyan, vatanı kurtaran kadrolardan tiksiniyor.
Ama geçmiş olsun bayım, Osmanlı çoktaaan bitti. Hanedan çekti gitti, son padişah olan hain Vahdettin -hem de Müslümanların halifesi idi- vatan kurtarılınca İstanbul’dan bir İngiliz zırhlısına bindi, servetiyle birlikte kaçtı gitti, İngilizlere sığındı.
Cumhuriyet emin ellerde. Hiç kimse endişe etmesin, bunlar da günün birinde Vahdettin gibi gidecek ve laik Cumhuriyet sonsuza kadar yaşayacak.
Nasıl yaşayacağını bugün meydanlarda ve caddelerde boy gösterecek milyonlarca yurtsever insanımız gösterecek.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Yüksek yargının yandaş gezisi
Dün gazetelerde ilginç bir ilan vardı. Tam sayfa verilen ilanda, Kosova’da bir
havaalanı yapan Limak şirketi Tayyip’le başlayıp bir sürü siyasetçiye teşekkür
ediyordu. Teşekkür edilenler arasında birkaç yüksek yargı mensubu da vardı:
- Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Serruh Kaleli.
- Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı Serdar Özgüldür.
- Anayasa Mahkemesi üyesi Recep Kömürcü.
Bu ilan, Türkiye’de siyaset-yargı-ticaret üçlüsünün nasıl iç içe olduğunun en somut göstergesidir.
Muhtemelen Limak şirketi tarafından beleş bir Kosova gezisine götürüldüler, orada güzelce ağırlandılar.
Limak, Tayyip iktidarının en yakını olan şirketlerden biri. Devletle ve hükümetle çok büyük işleri var. Varsayalım bu yüksek yargıçların önüne gelecekte bir Limak davası geldi. Acaba nasıl karar verecekler!
Yüksek yargı mensupları bir özel şirketin davetiyle geziler yapıyor, sonra da kendilerine gazete ilanlarıyla teşekkür ediliyor.
Türkiye’nin dört bir yanında görevli yargıç ve savcılar için geçmişte yazılı olmayan, ancak yıpranıp dedikoduya neden olmamak için hepsinin büyük özenle uyduğu kurallar vardı:
“Esnafla, ahali ile yakın ilişki kurulmayacak.
Kahvede oturulmayacak. Aksi takdirde önünüze bir dava gelir, tarafsız kalamaz ve zor duruma düşersiniz!..”
Hey gidi günler!
Aferin size günümüzün sayın ve muhterem yüksek yargıçları!
Bu xəbər oxucular tərəfindən 1434 dəfə izlənilmişdir!
Google Yahoo Facebook Twitter
Del.icio.us Digg StumbleUpon FriendFeed