Şrift:
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 'Siyaset ve Liderlik Okulu'nun 12.Dönem Sertifa Töreninde' yapmış oldukları konuşmanın tam metni.
09.05.2016 [00:06] - Gündəm, Siyasət, Gənclik
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli konuşması:


"Değerli Dava Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Okulumuzun Kıymetli Katılımcıları,
Sayın Basın Mensupları,
Siyaset ve Liderlik Okulumuzun 12’nci Dönem Sertifika Töreninde bir araya gelmiş bulunuyoruz.
Bu çerçevede yapacağım değerlendirmelere geçmeden önce hepinizi sevgiyle, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi, yarın Anneler Günü’nü idrak edeceğiz.
Canlılar arasında yalnızca insan dünyaya geldiğinde baştan aşağıya savunmasız ve acizdir.
Ancak hepimizi hayatla tanıştıran, hayata alıştıran, hayatı öğreten annelerimizdir. En büyük güvencemiz yavrum seslenişiyle bizlere kol kanat geren onlardır.
Anneler Yüce Allah’ın bizlere bahşettiği en güzel lütuftur.
Her an evladının kaygısında olan annelerimizin, üzerimizdeki emek ve katkıları sınırsız ve sonsuzdur.
Bu nedenle anneliğin değeri dünyanın tüm servetlerinden daha fazladır.
Dünyevi kıymetler ne denli çok olursa olsun, anneliğin yanında yine de sönük ve silik kalacaktır.
Annelik eşsiz bir makam, en emin sevgi ve bağlılık nişanesidir.
Anne insan için gerektiğinde yağmur, icap ettiğinde güneştir.
Rüzgârın ferahlığı, bulutun ihsanıdır.
Farkında olalım veya olmayalım annelerimizin bağrı kadar içimizi ısıtan, bizlere güven veren bir başka yer daha bulunmamaktadır.
Merhamet kapısı anneliğin varlığıyla her daim içimizi feraha kavuşturmaktadır.
İhtiyaç duyulduğunda insana yeniden ayağa kalkacak gücü veren hakikat annenin duaları ve desteğidir.
Umutlarımızı yeşerten, ümitlerimizi var kılan, azmimizi perçinleyen daima analarımızın manevi yardım ve destekleridir.
Anne herkesin en büyük teselli kaynağı, başarmanın en büyük yardımcısı ve rehberidir.
Anne aynı zamanda vatandır.
Öğreten, tembihleyen, kardeş olmanın, bir arada yaşamanın önemini gösteren en kıymetli hazine annedir.
Şükretmenin nimeti ve fedakârlığın timsali anneliğin özünde bulunan değerlerde saklıdır.
Onlar mutluysa, onlar rahatsa toplum refaha ulaşmış olacaktır.
Ne mutlu onlara ki, Cenabı Allah, insanlar için en büyük vaadi olan cennetini annelerimizin ayakları altına sermiştir.
Eşrefi mahlûk olan insan, nimetlerin en büyüğüne layık görülmüşken, anne bu nimete hepimizi ulaştıracak olan manevi köprü, tılsımlım kapıdır.
Bu vesileyle aramızda bulunan annelerimizle birlikte, tüm annelerimizin Anneler Günü’nü kutluyor, ahirete intikal etmiş olan tüm annelerimize de Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum.

Değerli Dava Arkadaşlarım,
Siyaset insanı merkezine alan, toplumsal ağlara ve yönetim ilişkilerine yaslanan, dolaylı ya da dolaysız herkesi ilgilendiren dinamik ve karmaşık bir süreçtir.
“Hayatın amacı nedir, nasıl ve kimler yönetmelidir, geçmiş zamandan bugüne nasıl gelinmiş ve nereye gidilmelidir” sorularına verilen en kestirme cevap siyasetin ruh ve manasında gizlidir.
Roma mitolojisinde aklın sembolü olan Minerva’nın Baykuşu, Hegel’in ifadesiyle yalnızca gece yarısı uçacaksa da, konu siyaset olunca uçuş seçenekleri doğal olarak artacaktır.
Farabi’nin ulaşılmasını hedef yaptığı Erdemli Şehri ancak doğru kurgulanmış bir siyasetin eseri olacaktır.
Yine Farabi; örnek devletin amacını sadece vatandaşları için maddi refah sağlamak değil, aynı zamanda gelecekleri için de refah temin etmek olduğunu söylerken aslında siyasete gönderme yapmaktadır.
Siyasetin özü fikir ve projelerin yarışına, bazen de şiddetli rekabetine dayanmaktadır.
İnsan doğası, çevre şartları, eğitim, aile, sosyal yapı, sosyolojik bünye, tarih ve kültür potansiyeli siyasal ilişkilerin kurulmasında ziyadesiyle belirleyici olan değişkenlerdir.
Çatışmaya girmemiş, görüş ayrılığına düşmemiş bir siyaset hayaldir.
Ama bu durum, Thomas Hobbes’in “herkesin herkese karşı olduğu” bir düzen ve sistem şeklinde de görülmemelidir.
Siyaset boşluk kaldırmaz, istisnaların hakimiyetine dayanmaz.
Eğer siyaset istisnaların virajını alamazsa, tıpkı Platon’un yaklaşımıyla demokrasiden despot çıkaracaktır.
Ve böyle bir halde, toplumun kendi kendisini organize etme yeteneği öğütülecek, sonunda da imha olacaktır.
Her kürenin bir ağırlık merkezi olduğu gibi, siyasetin de ağırlık merkezi vardır ve o da insanın ta kendisidir.
Siyaset tekdüzeliği değil çoğulculuğu, aynılaşmayı değil insani çeşitliliği, tepkisizliği değil demokratik katkı ve çok sesliliği baz ve esas almaktadır.
Önemli ve öncelikli olan siyasetteki çatışma ve görüş ayrılıklarını fırsata dönüştürüp, kalıcı ve kapsayıcı, aynı zamanda geleceğin mimarisini oluşturacak iktidar ilişkilerinin denklemini kurmaktır.
Bunun yanında siyasal çatışmaların köreltilmesine kafa yormak kadar, yönetilmesi, bir denge ve denetim içinde tutulması da şarttır.
Eğer bir siyasi partinin iç tartışmaları daha üst bir mutabakata temel teşkil ediyor ve bu tartışmaların belirli bir eşiği aşmasına engel oluyorsa, yükselen tansiyon kanama ve kopma yerine kucaklaşmayla sonuçlanacaktır.
Bir yönüyle Türk siyaseti aynı zamanda keskin çatışma ve mücadelelerin de tarihidir.
Biliyor ve teyit ediyoruz ki, siyasetin amacı halka ve hakka hizmettir.
Bu gözetilmediği ve özümsenmediği müddetçe kaos sevdalılarına her zaman iş çıkacak, gün doğacaktır.
Ülkemiz uzunca süredir siyasal bir kilitlenme ve yozlaşma halini yaşamaktadır.
Siyaset kendi mecrasında, kendi yatağında akarken hariçten ahlak ve kural dışı yapılan müdahaleler devlet çarkını da zedelemektedir.
Dünyanın hemen her yanında olduğu gibi Türkiye’de de geçmişten gelen nispeten durağan toplum yapısı, bugün yerini modernleşme eğilimleriyle aktif, çok boyutlu ve hızla değişen bir sisteme bırakmıştır.
Türkiye’nin avantajı olan bu beşeri cevher iyi yönlendirildiği, isabetle sevk ve idare edildiği takdirde sorunlar çözülecek, umutlar tazelenecektir.
Sosyal ve ekonomik ilişkilerin farklılaşmasıyla birlikte giderek karmaşıklaşan toplum ve buna bağlı olarak da insan yapısı yeni ihtiyaç ve taleplere ortam açmaktadır.
Geleneksel siyaset ve sorun çözme yöntemleriyle, her alanda birbirinin içine nüfuz etmiş ve kenetlenmiş girift yapıyı anlamlandırmak aslında çok zordur.
Bugün ülkemizde yaşanan olumsuzluklar dünün gözlükleriyle hale bakılması, geleceğin anlaşılma ısrarıdır.
Bir siyasetin toplumca geniş kabul görmesinin ve hatta iktidar olmasının değişkenleri elbette sayısızdır.
Genellikle dönemsel beklentiler, anlık ve kısa süreli istekler bir siyasi hareketin iktidara giden yollarını açabilmektedir.
Türk seçmeninde yaklaşık 50 yıldır yaşanan popülist siyaset-geçim kaygısı ve oya tahvil etme döngüsü gelenekselleşerek bir politik statüko halini almıştır.
Bu siyasal patronaj ilişki aslında son 14 yılda iyice derinleşmiştir.
Bundan dolayı da orta ve uzun vadede kaybeden milletten başkası olmamaktadır.
İçinde bulunduğumuz istikrarsızlık tablosu benimsenen ve takip edilen kusurlu siyaset anlayışının ülkemizi düşürdüğü açmazın ispatından başka bir şey değildir.
Bize düşen görev, siyasetin doğasında var olan yerelden merkeze doğru yükselme kanallarını açık tutarak “saha”dan siyasetçi yetiştirmeyi sürdürürken, diğer yandan siyaseti bilim disiplini içinde anlamış, algılamış eğitilmiş kadroları siyasetimize katabilmek olmalıdır.
Millet nezdinde cevap bulmuş ve yaygınlaşmış siyaset alanı yatay siyasetin omurgasını oluştururken, uzmanlaşmış kadroların süreçleri, durumları ve geleceği yorumlayan vizyonları ise dikey siyasetin gücünü artıracaktır.
Bu yolla hem toplumsallaşma mümkün olacak, hem de adına siyaset yaptığımız milletimizin sorunlarına ön almak ve çözüm bulmak söz konusu hale gelecektir.
Yatay ve dikey boyutları olan iki kanatlı siyaset yapılanmasını başardığımız ve ulaştığımız ölçüde yalnızca partimizin yükselmesini sağlamakla kalmayacağız, aynı zamanda, tutarlı, ahlaklı, milli ve köklü bir siyaset anlayışını ülkemize kazandırmış olacağız.
Tüm itiraz ve aleyhe sürdürülen kara kampanyaya rağmen, Milliyetçi Hareket Partisi iç bünyesindeki siyasal dengeyi emek ve bedel ödeyerek tesis etmiştir.
Bugün partimize yönelmiş saldırı ve tahrikler karşısında vakur bir tavır, kendinden emin milli bir duruş gösteriyorsak, bu öncelikle 47 yıllık mücadelenin meşru ve haklı kazanımıdır.
Bağımlı siyasete her zaman hayır dedik, millete inandık.
İktidar olma uğruna ülkülerimizi çiğneyin diyenlere itiraz ettik, bunlara karşı davamızın ruhuyla duruş gösterdik.
Bizim dört şartımızı çok bulan, çok gören; hatta koalisyon kurmaktan korktuğumuzu söyleyenler, gelişmelere bakarak ne kadar haklı olduğumuzu sanıyorum kabulleneceklerdir.
Siyasette gelecek okunamazsa, olayların yönü görülemezse ilk engelde düşmek, ilk çengelde takılmak adeta kaderdir.
Bu nedenle her zaman ve sürekli önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben inancımızı vurguladık, bunu dile getirdik.
MHP’yi olağanüstü kurultay süreciyle meşgul edenlerin, aslında Türkiye’nin olağanüstü şartlara mahkûm olmasını planlayanlardan başkası olmadığını yüreklice söyledik.
İstenen; bizim Türkiye gündeminden kopmamızdır.
İstenen; bizim iç meselelere gömülmemizdir.
Amaç durgun bir MHP, vurgun yemiş bir Türk milliyetçiliğidir.
Çok şükür başaramadılar, asla da başaramayacaklardır.
Milliyetçi Hareket Partisi, siyasi tecrübe körüklenmiş, milliyetçi fikriyatla tutuşturulmuş, fedakarlık ve cefakarlıklarla tüten Türk-İslam ülküsünün şehit ocağıdır.
Bu ocağa hiç kimse istikamet çizemez.
Bu ocağa hiçbir paralel emel nüfuz edemez.
Bu ocak helaldir, dualıdır, ecdadın emanetidir.
Faili meçhul cinayetleri kabullenip MHP’ye mal etmek için hazırlık yapanlar elbette bu kutlu hareketi durduramaz, bu büyük hareketi engelleyemez.
Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi’nin karalanmasına, suçlanmasına, en başta Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in asil ve soylu neferleri izin vermeyecektir.

Muhterem Arkadaşlarım,
Milliyetçi Hareket Partisi yarım asra yaklaşan duruşu, tavrı, ilkeleri, kadroları ve fikirleriyle siyasetin iftihar endazesidir.
Partimiz, kısır çekişmelere hapsolmamış, kalıcı ve sürekli hamleleri ve hedefleri savunarak popülist siyasetin kirliliğinden ısrarla uzak durmuştur.
Siyasi ve fikri varlığımız Türkiye’nin güvencesi, milletimizin gelecek umududur.
Bu gerçeği anlamanın yolu Türkiye’de Milliyetçi Hareket’in olmadığı bir 47 yılın muhasebesinden geçecektir.
Özellikle milli bekanın ağır tehditlere maruz kaldığı son yıllarda verilen tek başına mücadele, tarihi süreç içinde doğru okunursa mevcudiyetimizin milletimiz için anlamı ve önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Böyle bir tahlil ile ulaşılacak netice; kimlerin hiçbir engelle karşılaşmadan milletimizi ayrıştıracağının, kimlerin hiçbir sorun yaşamadan küresel güçlere ülkemizi teslim edeceğinin ortaya çıkmasıdır.
Başkaları fitne ve oyunlarla uğraşırken, biz milli kimlik, milli kültür, milli dil ve milli devletin devamı uğrunda hiç yüksünmediğimiz bir vatan nöbetindeyiz.
Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin istikbalinde mutlaka dikkate alınması gereken yegane kuvvettir.
Bugün Milliyetçi Hareket Partisi, uzun ve hırpalayıcı mücadeleler sonunda milletimizin gönlünde yer bulmuş, yer tutmuştur.
Bu seviyeye kadar nasıl ve hangi meşakkatlere katlanarak ve nasıl fedakârlıklar yaparak geldiğimizi tekrarlayacak değilim.
Bunlar bizim şerefli geçmişimizin hatıralarıdır.
Ancak, bugün hiç kimsenin göz ardı edemeyeceği partimizin siyasal varlığı, Türkiye üzerinde düşünceleri olan herkesin, milletimiz için iyi veya kötü emeller besleyen her unsurun, mutlaka dikkate almaları gereken bir kudret halini almış olmasıdır.
Bu itibarla, üzerlerine titrediğimiz bu muhteşem eserin ve kadrolarımızın siyasal mücadele alanı dışında başka emeller uğruna israf edilmelerine göz yummayız.
Onun için “sokak değil okul, düşmanlık değil siyaset, kavga değil iktidar” diyor ve bu hedeften sapmalara karşı dikkat ve uyanıklıkla hareket ediyoruz.
Partimizin ulaştığı kuvvet ve mevkii kolay elde edilmemiştir.
Yaşanan olaylar, kurulan tuzaklar, önleme ve yıldırma çabaları, iftiralar ve suçlamalar hepinizin bildiği gerçeklerdir. Ve bunlar devam etmektedir.
Sabırla, akılla, heyecanla, şuurla ve imanla adım adım aşılarak bu günlere gelinmiştir.
Ve MHP; ülkemin her yanında bin bir fedakârlıkla, kendi sorun ve sıkıntılarını sineye çekerek, milletinin sorunlarını sırtlamaya çalışan, Türkiye’nin geleceğini omuzlamak isteyen aziz dava arkadaşlarımın muhteşem eseridir.
Elden ele taşınarak oluşan bu eserin Genel Başkanı olarak hepinizle iftihar ediyorum.
Başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey olmak üzere bütün dava arkadaşlarıma ve büyüklerime şükranlarımı bir kez daha sunuyor, ülkü şehitlerimize Rabbim’den rahmet niyaz ediyorum.
Diyorum ki, MHP, kuşatılamaz, rehin alınamaz.
MHP, hain ve işbirlikçilerin hasmı; Türkiye düşmanı çevrelere aman vermeyecek inanmışlık anıtı ve cesur yürektir.
Tıpkı daha önceki saldırılar nasıl geçtiyse, bugünkülerde bir müddet sonra mutlaka geride kalacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi bu cennet vatanı namus bildiğinden hak ettiği zirvelere çıkaracak, mutlaka da iktidar olacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,
Hayat yerinde durmamakta, olaylar ve olgular ile zamanın insanlar üzerindeki tesiri her an karşımıza yeni ve farklı durumlar çıkarmaktadır.
İşte iktidar partisindeki gelişmeler ortadadır.
Türkiye’nin çalkalandığı, siyaset ve devlet hayatının sağa sola kontrolsüzce sallandığı bir dönemdeyiz.
Gerçeklerin gizlendiği, yenilgilerin zafer diye yutturulduğu bir zamandayız.
İstikrar özlemlerinin iktidar kavgalarına kurban gittiğini, huzur beklentilerinin bir başka bahara kaldığını hem görüyor, hem de yaşıyoruz.
Milli iradenin haysiyeti, hukukun saydam hükümleri, siyasetin karanlık müzakereleri arasında eriyip gitmektedir.
Türkiye’de çok tuhaf gelişmeler, hepimizi yakından ilgilendiren sarsıcı olaylar cereyan etmektedir.
Konfüçyüs’ün; “Senin iktidarın saygı görmüyorsa, başka bir iktidar yoldadır” sözü adeta ete kemiğe bürünmektedir.
Ülkemiz kansız ve silahsız bir hükümet tasfiyesini yaşamaktadır.
Sandıktan çıkan bir Başbakan’ın, 1 Kasım’dan itibaren geçen 6 aylık sürenin sonunda teslim bayrağını çekmesini ibretle izliyoruz.
Elbette AKP’nin içişlerine karışma gibi bir yanlışın tarafı olmayız.
22 Mayıs’ta yapılacak AKP’nin Olağanüstü Kongresi’nde ne olup biteceğiyle ilgili ahkam kesmemiz de doğru olmayacaktır.
Ancak AKP’deki gelişmeler yalnızca bir partinin meselesi de görülmeyecektir.
Zira ülkemizin kaderi hali hazırda AKP’nin elindedir.
Bu kapsamda ağırlaşan siyasi gündemi görmezden gelemeyiz.
Çünkü Türkiye hepimizindir.
Bu ülke Türk milletine aittir.
Bıçak sırtında sosyal ve ekonomik dengeler varken, iç ve dış politik gelişmeler alarm verirken, Sayın Davutoğlu’nun hangi zaruri nedenlerle görevini bırakma kararı aldığını pek tabii merak eder, peşine düşeriz.
Dere geçilirken at değiştirilmesinin mahsurlu olduğunu da çekinmeden söyleriz.
AKP’deki kaynamaların, Genel Başkan ve Başbakan değişiminin oldubittiye getirilmesi, millete rağmen gerçekleştirilmesi tartışmalı bir konudur.
Sayın Davutoğlu, Başbakanlığı bir çırpıda bırakmasını millete ve tarihe nasıl anlatacaktır?
Davutoğlu’nun üzerini bir kalemde çizenler bu vebalin altından nasıl kalkacaklardır?
Merhum Demirel’in şapkamı alır giderim sözüyle, tercihim değildi, zaruretten doğdu diyen Davutoğlu’nun ne farkı vardır?
64. Cumhuriyet Hükümetini fiilen sonlandıran dinamiklerin geri planında neler ve hangi arayışlar hakimdir?
Bu soruların cevaplarını aziz milletimiz merak etmektedir.
Cumhurbaşkanı’nın AKP üzerindeki yüksek tesiri malumumuzdur.
Hatta Sayın Davutoğlu’nun partinin başına getirilmesinde ve Başbakan olmasında belirleyici vasfı ve yönlendirmesi de bilinmektedir.
Ne var ki Davutoğlu emanetçi olmayacağını söylemişti.
Fakat Erdoğan’ın gölgesinden çıkamadı, rüştünü ispat edemedi.
Bu nedenle de sürekli vesayet altında kaldı.
Kendi duruşunu, kendi siyasetçi kimliğini canlı bir şekilde savunamadı, çok istese de inşa edemedi.
İkazen ve altını çizerek ifade ediyorum ki, milli güvenliğimiz kriz geçirmektedir.
Kahraman Mehmetçik ve Polislerimiz terörle korkusuzca mücadele etmektedir.
Siyasi iradedeki muhtemel bir gevşeme, iktidardaki çok boyutlu bir bunalım acı verici sonuçlara davetiye çıkaracaktır.
Türkiye’nin düşük profilli bir Başbakan’la kaybedeceği bir saniyesi bile yoktur.
Türkiye’nin zaafa düşmüş bir hükümete tahammülü artık imkânsızdır.
Çünkü yüksek risk ve tehlikeler ülkemizin üzerinden silindir gibi geçebilecektir.
Biz asla bir vatan kaybetmek istemiyoruz.
Bu itibarla güçlü bir iktidarın varlığını milli bir ödev olarak değerlendiriyoruz.
AKP’nin 22 Mayıs Kongresinden sonra, terörle mücadele tavsayacak, Türkiye’nin zayıflaması ve boşluğa düşme ihtimali doğacaksa, Milliyetçi Hareket Partisi’nin bunu seyretmesi şimdiden söylüyorum akla ve milliyetçi şuura tamamen aykırıdır.
Eğer ihtiyaç hasıl olursa, eğer gerek duyulursa, Türkiye’nin milli ve tarihi çıkarlarını savunmak için, düne kadar hükümete verdiğimiz fiili destek hukuki bir boyut alabilecek ve Milliyetçi Hareket Partisi yalnızca ülke ve milleti için her türlü sorumluluğu almaya hazır olduğunu kanıtlayacaktır.
Aziz milletimizin birliği, dirliği ve bağımsızlığını sekteye uğratacak kan ve korku tacirlerine geçit verilmemesini içtenlikle temenni ediyoruz.
Bu uğurda üzerimize düşen sorumlulukları seve seve yapacağımızı da beyan ve ilan ediyoruz.
Türk siyaset tarihinde birçok gerilim yaşanmıştır.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan ilişkilerinde kimi zaman ölçülü kimi zaman da ölçüyü aşan gerginlikler her zaman vasat bulmuştur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü, İsmet İnönü ile Recep Peker, Celal Bayar ile Adnan Menderes, Turgut Özal ile Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ile Merhum Bülent Ecevit ve Recep Tayyip Erdoğan arasında yaşanan gelgitler bir gerçektir.
İmparatorluk döneminde padişah ile sadrazam çekişmeleri de bazen bugünkü gibi bir devlet krizine yol açmıştır.
Göreve ümit ve heyecanla getirilen nice sadrazamın bir süre sonra boynunun vurulması tarihsel bir vakadır.
Mührü vermekte direnenler kadar, en ufak zorlama karşısında anında koltuğunu devreden nice vezir vüzeraya rastlanmıştır.
Tıpkı bugünlerde olduğu gibi, 1910’lu yıllarda devrin yönetici elitinin birbirine düşmesi birçok badireye çanak tutmuştu.
Bulgar ordusu İstanbul’a dayandığında devlet acz içindeydi.
Önemli makamlara getirilecek gayri milli isimler aranıyordu.
Hemen hemen her konuda yabancı sefirlerin fikri soruluyor, gönlü alınıyor, tavsiye görünümlü talimatlarına uyuluyordu.
Takip edilen denge politikası İmparatorluğun ömrünü hızla çürütüyordu.
Şu köhne mantığa bakınız ki, Sadrazam veya Harbiye Nazırları, sabahları önce Avrupalı elçilikleri ziyaret ediyorlar, nabız yokluyorlardı.
Anlayacağınız kendi içinde kutuplaşmış ve kavgaya tutuşmuş bir devlet ricali, başka devletlerin kanatları altına sığınmaktan rahatsız olmuyor, bilakis bunu hevesle yapıyordu.
Maalesef düşmandan medet umulması, dosta yüz çevrilmesi pahalıya mal olmuştur.
Bu çürümüşlük bize büyük bir felaket olarak fatura edilmiştir.
Bu kifayetsizlik ve rezillik Edirne’yi Enver alacağına işgal edilsin görüşüne zemin oluşturmuştur.
Meşrutiyet yıllarında siyaset eksenindeki çatlama ve çarpıklıklar milli varlığın ölümcül komaya girmesini hızlandırmıştır.
Siyasi cinayetler, Babıali baskınları, sürgünler, şiddetli kamplaşmalar, cephelerdeki bozgunla birleşince çöküş de kaçınılmaz olmuştur.
Türk milliyetçileri tarihteki dramatik ve herkes için bağlayıcı yönleri olan sarsıcı hadiseler zincirinden ders alarak geleceği yorumlamaktadır.
Bizim artık acı şekilde şehit edilecek Genç Osman’ımız yoktur.
Bizim artık saray darbesine verilecek 3.Selimi’miz yoktur.
Bizim feci akıbetiyle milli hafızada yer etmiş Abdülaziz vakalarını yaşamamıza gerek yoktur.
Hele hele siyasi hayatı urganla bitmiş Başbakanları, iradesini tamamen devretmiş devlet veya hükümet başkanlarını görmeye tahammülümüz de olamayacaktır.
Dün yaşanmış ve geçmiştir.
Tarih hükmünü vermiştir.
Bundan sonra önümüze bakmamız, devlet ve millet hayatında uyum ve dengeyi sağlamamız çok acil bir ihtiyaçtır.
Siyasetin varlık gayesi de bu olmalıdır.
Aksi halde siyaset orta oyununa dönüşecek ve yeni bir Fetret Devri kaçınılmaz olacaktır.
Takdir edersiniz ki buna hiç kimsenin hakkı bulunmayacaktır.

Muhterem Arkadaşlarım,
Yapmamız gereken sadece olayları ve durumları değil, olaylar arasındaki bağları yakalayıp süreçleri analiz etmek, sonuç çıkarmak ve siyasetimizin yararlanacağı stratejik öngörüler haline getirmektir.
Milliyetçilik, bulunması kaçınılmaz olan heyecan ve hamasetin de üzerinde, eğitimden sanata, bilimden spora, ekonomiden çevre sorunlarına, sağlıktan yönetime kadar her alana nüfuz etmesi gereken bir birlikte yaşama projesidir.
Millet varlığı ile bir arada gelecek oluşturma stratejisidir.
“Siyaset ve Liderlik Okulu”muzun önemli bir amacı da budur.
Bir yandan anlık gelişmelere ve olgulara takılmadan, ülkemizin kronik hale gelmiş sorunlarını siyaset biliminin ışığı altında çözmek durumundayız.
Diğer taraftan, milliyetçi düşünceyi hayatın her alanında uygulanabilecek bir siyaset pratiği haline getirmek zorundayız.
Bu ise, fikirlerimizin Türkiye’de, bölgemizde ve dünyada gerçekleşen tüm ilişkileri ve sorunları kavrayabilecek bir yapıya ve derinliğe sahip olmasını kaçınılmaz hale getirmektedir.
Ve bu çözüm yönteminde elbette ki sosyal ve siyasal bilim bize yol gösterici olurken, ulaşmayı hedeflediğimiz ülkümüz öncelikle Türk milletinin varlığının devamı ve onun tarih boyunca taşıyan muhteşem hasletleri olacaktır.
Bizler görevimizin farkındayız.
Türkiye’mizi hak etmediği geri kalmış ülke statüsünden çıkarmak mecburiyetindeyiz.
Türk milletini layık olmadığı yokluk, yoksulluk ve adaletsizlikten kurtarmalıyız.
Ülkemizi temel hak ve özgürlüklerin yetersiz olduğu, terör ve şiddet olaylarının yaşandığı bir görünümden uzaklaştırmalıyız.
Bütün bunları yaparken siyaset önceliğimiz yalnızca milletimizin tamamını tarihi perspektif içinde kucaklayan ve onun devamını amaçlayan bir zihniyetle yapmalıyız.
Bizim milliyetçiliğimiz, Türk milletinin tarih içerisinde yoğrulmuş olan milli değerleriyle, çağın birikimi olan gelişmeleri birlikte yaşatmayı milli ile evrensel, yerel ile küreseli birlikte değerlendirmeyi esas almıştır.
Türkiye her gün yeni bir alandan milli hayatımıza giren ve etkileyen küreselleşmenin etkileri karşısında çaresiz değildir.
Dünyayı saran bu süreci kendi lehimize çevirmenin yolu Milliyetçi Hareket Partisi çizgisinin tarihi tezleri olan milli devlet ve güçlü iktidarı savunmak ve sahip olmaktan geçecektir.
Milli Devlet, parçalanmaya çalışılan üniter yapının ve milli kimliğin siyasal güvencesi; güçlü iktidar ise her yönden esen küresel dayatmalara karşı milletimizi korumanın ve geliştirmenin yegane aracıdır.
Türk milleti, millî birliğini, demokrasisini ve kalkınmasını, birlikte geliştirip mükemmelleştirecek tecrübe birikimine ve kaynaklara sahiptir.
Bugün hepimizin öncelikli görevi; dünyada yaşanan gelişmeleri kavramak, insanlığın ortak kaderine ilişkin sorunları çözecek, Türkiye’nin içinde bulunduğu açmazları aşacak, zarar gören kardeşliğimizi onaracak siyaset anlayışını ortaya koymaktan geçmektedir.
Türk siyaseti ve siyasetçisi, bu birikimlerin ışığında ülke kaynaklarını en iyi ve en verimli bir şekilde kullanarak ülkesini geleceğe hazırlayıp taşımakla mükelleftir. Ve partimiz buna hazırdır.
Milliyetçi Hareket, Türk milletinin milli değer ve birikimlerini yeni atılımların güç merkezi yaparak, onu ilelebet var kılacak bir büyük siyasi ve fikrî hareketin adıdır.
Bu ad, bu iddia dünya var oldukça yaşamaya devam edecektir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Bilhassa, “Siyaset ve Liderlik Okulu’nun 12’nci dönemini tamamlamış arkadaşlarıma bundan sonraki hayatlarında başarılar diliyorum.
Tavsiyem, çalışmaktan bıkmayınız, araştırmaktan uzak durmayınız, zorluklardan yılmayınız.
Dünyadaki gelişmeleri, milletimizin değerleri ile buluşturmanın yollarını sürekli arayınız.
Yalnızca bizim değil Türk siyasetinin aydınlık fikirlere, yaratıcı düşüncelere, çözüm bulan milli beyinlere, sorun aşan kabiliyetlere ihtiyacı vardır.
Sizlerle bundan sonraki dönemlerde de beraberliğimizi devam ettirmeyi istiyoruz.
Bu vesileyle, Siyaset ve Liderlik Okulu’nun değerli yöneticilerine, eğitim dönemi boyunca katkılarını esirgemeyen saygıdeğer misafir öğretim üyesi arkadaşlarıma ve emeği geçenlere teşekkürlerimi sunuyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. "
Bu xəbər oxucular tərəfindən 1333 dəfə izlənilmişdir!
Google Yahoo Facebook Twitter
Del.icio.us Digg StumbleUpon FriendFeed