18.07.2016 [12:49] - Gündəm, DAVAMın yazıları
Balkonda çay içerken üzerimizden geçen jetlerin gürültüleriyle irkildik. Akşamın 10'unda jetlerin bu kadar alçaktan ve devamlı uçması hayra alamet değildi. Hemen aklıma iki ihtimal geldi ve ikisini de eşimle paylaştım. "Ya yüksek dereceli bir terör tehdidi var ve alarm verildi veya darbe oluyor."
İLİKLERİMİZE KADAR HİSSETTİK
Televizyon haber kanallarına baktım, "lay lay lom" havasındalar. Çok geçmeden Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin askerler ve zırhlı araçlar tarafından tek yönlü olarak trafiğe kapatıldığı alt yazı olarak geçmeye başladı. İşin rengi anlaşılmıştı. Başbakanın açıklamasıyla birlikte benim için durum tamamen netleşti. Daha o dakikada paralelin FTÖ kenarının son hamlesini yaptığını ve bir intihar saldırısına giriştiğini gelen telefonlarla da, evdekilerle de paylaştım. Başarma ihtimallerinin sıfır olduğu her ne kadar belli olsa da, yine de kan akmadan bu ihanetin bastırılmasının kolay olmayacağı anlaşılıyordu. Bir an önce bu kalleşliğin durdurulması için dua ettim. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin bu ihanete karşı olduğu herkesten önce açıklamasını büyük bir memnuniyetle izledim. Sonrası malum. Evimiz TBMM'ye, Genelkurmaya yaklaşık 1,5 kilometre mesafede. Saldırıları, patlamaları, çatışmaları iliklerimize kadar hissettik. Her bomba, her jet geçişi sırasında pencerelerimiz zangırdadı, kulaklarımızın zarı patlayacak gibi oldu. Dehşet içinde tarihe tanıklık ettik.
NASIL BU HALE GELDİK?
Bu alçaklık karşısında çok kızdık, çok üzüldük, çok kırıldık, ama asla ümitsiz ve çaresiz olmadık. Söylenecek, yazılacak o kadar çok şey var ki. Belki şimdi sırası değil, ama insaf ve vicdan sahibi hiç kimsenin ülkenin bu haline üzülmememsi, kahrolmaması mümkün değildir. Siyasi partilerin bu kalleşlik karşısındaki dik ve onurlu duruşu, milletin iradesine kararlılıkla sahip çıkması iftihar edilecek bir durumdur. Canlarını ortaya koyarak bu terörist saldırıyı önleyen güvenlik görevlilerimize minnet ve şükran borçluyuz. Ancak bütün bunlar ortadaki acı tabloyu değiştirmiyor. Nasıl bu hale geldik? Nereyle gidiyor bu ülke? Batı dünyasını, Almanya'yı ABD'yi bir kenara bırakıyorum, fazla uzağa gitmeden Yunanistan'dan, Bulgaristan'dan, Azerbaycan'dan, hatta İran'dan Türkiye'nin nasıl göründüğünü, nasıl değerlendirildiğini, düşünebiliyor musunuz? Yazık oluyor bu ülkeye, yazık oluyor bu millete, yazık oluyor tarihimize, yazık oluyor geleceğimize.
DEMOKRASİ
Şimdi demokrasi destanlarından bahsedilip, 15 Temmuz'un bir dönüm noktası olması ümit ediliyor. Bunu bütün içtenliğimizle, bütün yüreğimizle biz de diliyor ve istiyoruz. Ama estirilen hava, bunu daha ilk dakikadan itibaren bir siyasi avantaja çevirebilmek için başlatılan seferberlik, cılız değerlendirmeler dışında, yine ülkenin ve milletin AKP'den ibaret sayılması ve diğerlerinin sadece dolgu malzemesi olarak görülmesi, sormanın, sorgulamanın, düşünmenin, eleştirmenin önünün peşin olarak kesilmesi ve çok daha önemlisi toplumdaki ayrışmanın daha da derinleşmesinden, öfkeden ve cinnet halinden çok endişe duyduğumuzu da belirtmek zorundayız. Endişeliyiz, ama asla ümitsiz değiliz. İstense de, istenmese de bu ülkeye gerçek demokrasiyi getirmek, hukuk devletini kurmak zorundayız. Eğer Türkiye Cumhuriyeti ilelebet var olacaksa, asgari şart budur.
TOPLUMSAL ÇÜRÜME
Demokrasiye, Cumhuriyete, milli iradeye sahip çıkmak her vatandaşın varlık sebebidir. Burada bir sorun yok. Ancak, suçsuz, günahsız erlerin linç edilmenin de çok ötesinde muameleye tabi tutulup, sonra da bunların sosyal medyada paylaşılmasının makul ve mantıklı bir izahını yapabilen varsa beri gelsin. Bu nasıl bir öfkedir, bu nasıl bir kindir, bu nasıl bir cinnet halidir? Darbe yapmaya kalkışan alçakların cinnetiyle, o erlere bu muameleleri yapanlar arasında ne fark var? Bunun demokrasiye inanmakla, milli iradeye sahip çıkmakla izahı yapılabilir mi? Kimse bunu toplum psikolojisi ile açıklamaya kalkışmasın. Bu artık her alanda çok vahim sonuçları ortaya çıkmaya başlamış olan toplumsal savrulmanın ve çürümenin yeni ve dehşet veren bir yansımasıdır.
HAYATİ TEHLİKE ATLATILDI
Bundan sonra asıl üzerinde durulması, düşünülmesi ve konuşulması gereken nokta tam da burasıdır. Zira, tahammülsüzlük, öfke, ötekileştirme, kendinden ve menfaatlerinden başka her şeyi yok saymanın getireceği çöküntü, darben daha az olacaktır. Bu millet darbeleri çok gördü. Kendi meclisini, kendi kurumlarını bombalayanlara da şahit oldu. Çok hayati bir tehlike atlattı. Bütün bunlar tamam da asıl sorun bu çürümeyi, bu derin çöküşü nasıl atlatacağımızdadır. Bunu bugün yazıyor ve söylüyor değilim. Özellikle son dönemde bu konuda büyük endişelerim olduğunu ve birçok defa bu köşeden yaptığım paylaşımlara bütün okuyucu kardeşlerim şahittir. Böyle bir yapının üzerine ülkeyi idare edenler dahil, herkes çok iyi niyetli ve samimi olsa da, sağlam ve kalıcı bir demokrasi inşa etmek ne yazık ki çok kolay görünmüyor.
SORMA SORGULAMA
Samimi olarak konuşmak, tartışmak ve doğruyu bulmak zorundayız. Ancak bunun çok kolay olmayacağı, bırakın malum medyanın kalemşörlerini, kendini liberal olarak tanımlarına rağmen bir yerlere yaranmayı her şeyin önüne geçirenlerin söylem ve duruşlarından anlıyoruz. Mesela birisi daha dün köşesinde bu işin önünü arkasını sorgulamanın da aslında darbecilik olduğunu yazdı. Yani bu zihniyete göre, düşünmeyeceksin, sormayacaksın, sorgulamayacaksın, araştırmayacaksın, kurcalamayacaksın. Çünkü bunları yaparsan işin asıl yüzü ortaya çıkar. Millet gerçekleri görür ve paralelin diğer kenarını tanır. Onun için de sadece sana ne deniliyorsa onu yap, ne talimat veriliyorsa ona uy, ne isteniyorsa onu hayata geçir. Bunun adı da demokrasi, hatta ileri demokrasi olsun.
İLK HEDEF ÜLKÜCÜLER OLURDU
Bundan sonra soran ve sorgulayan, ülkenin nasıl bu hale getirildiğine kafa yoran herkesin darbeci olmakla suçlandığını görürsek hiç şaşırmayacağız. Bu konuda yanılmayı çok isterim. Oysa insaf ve vicdan sahibi herkes çok iyi bilir ki, eğer bu darbe teşebbüsü başarılı olsaydı, en ağır şekilde bedel ödemek zorunda kalacak belki de tek kesim, yine ülkücüler ve milliyetçiler olacaktı. Bunlar yine aralarında anlaşır, yine bir orta yol bulurlardı. Ama ülkücülerin davalarından, ülke ve millet sevdalarından, onurlu ve kararlı duruşlarından, demokrasi ve Cumhuriyet aşklarından asla vazgeçmeyeceklerini bildikleri için susturmaya, yıldırmaya, yok etmeye çalışırlardı. Şimdiye kadar hep böyle olmadı mı?
İLİKLERİMİZE KADAR HİSSETTİK
Televizyon haber kanallarına baktım, "lay lay lom" havasındalar. Çok geçmeden Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin askerler ve zırhlı araçlar tarafından tek yönlü olarak trafiğe kapatıldığı alt yazı olarak geçmeye başladı. İşin rengi anlaşılmıştı. Başbakanın açıklamasıyla birlikte benim için durum tamamen netleşti. Daha o dakikada paralelin FTÖ kenarının son hamlesini yaptığını ve bir intihar saldırısına giriştiğini gelen telefonlarla da, evdekilerle de paylaştım. Başarma ihtimallerinin sıfır olduğu her ne kadar belli olsa da, yine de kan akmadan bu ihanetin bastırılmasının kolay olmayacağı anlaşılıyordu. Bir an önce bu kalleşliğin durdurulması için dua ettim. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin bu ihanete karşı olduğu herkesten önce açıklamasını büyük bir memnuniyetle izledim. Sonrası malum. Evimiz TBMM'ye, Genelkurmaya yaklaşık 1,5 kilometre mesafede. Saldırıları, patlamaları, çatışmaları iliklerimize kadar hissettik. Her bomba, her jet geçişi sırasında pencerelerimiz zangırdadı, kulaklarımızın zarı patlayacak gibi oldu. Dehşet içinde tarihe tanıklık ettik.
NASIL BU HALE GELDİK?
Bu alçaklık karşısında çok kızdık, çok üzüldük, çok kırıldık, ama asla ümitsiz ve çaresiz olmadık. Söylenecek, yazılacak o kadar çok şey var ki. Belki şimdi sırası değil, ama insaf ve vicdan sahibi hiç kimsenin ülkenin bu haline üzülmememsi, kahrolmaması mümkün değildir. Siyasi partilerin bu kalleşlik karşısındaki dik ve onurlu duruşu, milletin iradesine kararlılıkla sahip çıkması iftihar edilecek bir durumdur. Canlarını ortaya koyarak bu terörist saldırıyı önleyen güvenlik görevlilerimize minnet ve şükran borçluyuz. Ancak bütün bunlar ortadaki acı tabloyu değiştirmiyor. Nasıl bu hale geldik? Nereyle gidiyor bu ülke? Batı dünyasını, Almanya'yı ABD'yi bir kenara bırakıyorum, fazla uzağa gitmeden Yunanistan'dan, Bulgaristan'dan, Azerbaycan'dan, hatta İran'dan Türkiye'nin nasıl göründüğünü, nasıl değerlendirildiğini, düşünebiliyor musunuz? Yazık oluyor bu ülkeye, yazık oluyor bu millete, yazık oluyor tarihimize, yazık oluyor geleceğimize.
DEMOKRASİ
Şimdi demokrasi destanlarından bahsedilip, 15 Temmuz'un bir dönüm noktası olması ümit ediliyor. Bunu bütün içtenliğimizle, bütün yüreğimizle biz de diliyor ve istiyoruz. Ama estirilen hava, bunu daha ilk dakikadan itibaren bir siyasi avantaja çevirebilmek için başlatılan seferberlik, cılız değerlendirmeler dışında, yine ülkenin ve milletin AKP'den ibaret sayılması ve diğerlerinin sadece dolgu malzemesi olarak görülmesi, sormanın, sorgulamanın, düşünmenin, eleştirmenin önünün peşin olarak kesilmesi ve çok daha önemlisi toplumdaki ayrışmanın daha da derinleşmesinden, öfkeden ve cinnet halinden çok endişe duyduğumuzu da belirtmek zorundayız. Endişeliyiz, ama asla ümitsiz değiliz. İstense de, istenmese de bu ülkeye gerçek demokrasiyi getirmek, hukuk devletini kurmak zorundayız. Eğer Türkiye Cumhuriyeti ilelebet var olacaksa, asgari şart budur.
TOPLUMSAL ÇÜRÜME
Demokrasiye, Cumhuriyete, milli iradeye sahip çıkmak her vatandaşın varlık sebebidir. Burada bir sorun yok. Ancak, suçsuz, günahsız erlerin linç edilmenin de çok ötesinde muameleye tabi tutulup, sonra da bunların sosyal medyada paylaşılmasının makul ve mantıklı bir izahını yapabilen varsa beri gelsin. Bu nasıl bir öfkedir, bu nasıl bir kindir, bu nasıl bir cinnet halidir? Darbe yapmaya kalkışan alçakların cinnetiyle, o erlere bu muameleleri yapanlar arasında ne fark var? Bunun demokrasiye inanmakla, milli iradeye sahip çıkmakla izahı yapılabilir mi? Kimse bunu toplum psikolojisi ile açıklamaya kalkışmasın. Bu artık her alanda çok vahim sonuçları ortaya çıkmaya başlamış olan toplumsal savrulmanın ve çürümenin yeni ve dehşet veren bir yansımasıdır.
HAYATİ TEHLİKE ATLATILDI
Bundan sonra asıl üzerinde durulması, düşünülmesi ve konuşulması gereken nokta tam da burasıdır. Zira, tahammülsüzlük, öfke, ötekileştirme, kendinden ve menfaatlerinden başka her şeyi yok saymanın getireceği çöküntü, darben daha az olacaktır. Bu millet darbeleri çok gördü. Kendi meclisini, kendi kurumlarını bombalayanlara da şahit oldu. Çok hayati bir tehlike atlattı. Bütün bunlar tamam da asıl sorun bu çürümeyi, bu derin çöküşü nasıl atlatacağımızdadır. Bunu bugün yazıyor ve söylüyor değilim. Özellikle son dönemde bu konuda büyük endişelerim olduğunu ve birçok defa bu köşeden yaptığım paylaşımlara bütün okuyucu kardeşlerim şahittir. Böyle bir yapının üzerine ülkeyi idare edenler dahil, herkes çok iyi niyetli ve samimi olsa da, sağlam ve kalıcı bir demokrasi inşa etmek ne yazık ki çok kolay görünmüyor.
SORMA SORGULAMA
Samimi olarak konuşmak, tartışmak ve doğruyu bulmak zorundayız. Ancak bunun çok kolay olmayacağı, bırakın malum medyanın kalemşörlerini, kendini liberal olarak tanımlarına rağmen bir yerlere yaranmayı her şeyin önüne geçirenlerin söylem ve duruşlarından anlıyoruz. Mesela birisi daha dün köşesinde bu işin önünü arkasını sorgulamanın da aslında darbecilik olduğunu yazdı. Yani bu zihniyete göre, düşünmeyeceksin, sormayacaksın, sorgulamayacaksın, araştırmayacaksın, kurcalamayacaksın. Çünkü bunları yaparsan işin asıl yüzü ortaya çıkar. Millet gerçekleri görür ve paralelin diğer kenarını tanır. Onun için de sadece sana ne deniliyorsa onu yap, ne talimat veriliyorsa ona uy, ne isteniyorsa onu hayata geçir. Bunun adı da demokrasi, hatta ileri demokrasi olsun.
İLK HEDEF ÜLKÜCÜLER OLURDU
Bundan sonra soran ve sorgulayan, ülkenin nasıl bu hale getirildiğine kafa yoran herkesin darbeci olmakla suçlandığını görürsek hiç şaşırmayacağız. Bu konuda yanılmayı çok isterim. Oysa insaf ve vicdan sahibi herkes çok iyi bilir ki, eğer bu darbe teşebbüsü başarılı olsaydı, en ağır şekilde bedel ödemek zorunda kalacak belki de tek kesim, yine ülkücüler ve milliyetçiler olacaktı. Bunlar yine aralarında anlaşır, yine bir orta yol bulurlardı. Ama ülkücülerin davalarından, ülke ve millet sevdalarından, onurlu ve kararlı duruşlarından, demokrasi ve Cumhuriyet aşklarından asla vazgeçmeyeceklerini bildikleri için susturmaya, yıldırmaya, yok etmeye çalışırlardı. Şimdiye kadar hep böyle olmadı mı?
Bu xəbər oxucular tərəfindən 792 dəfə izlənilmişdir!
Yahoo | |||||||
Del.icio.us | Digg | StumbleUpon | FriendFeed |