04.10.2016 [11:06] - Gündəm, DAVAMın yazıları
İsminin başına unvan ekleyenin de bilim adamı olduğu sanısı yaygındır. Oysa ikisi birbirinden oldukça farklı kavramlardır. Farklılık, üretimle ilgilidir. Türkiye akademisyenleri çoğunlukla izleyici konumdadır. Oysa dünya bilim adamlarının neyle meşgul oldukları her gün gözlenmektedir.
Herkes akademisyen olabilir ama bilim adamı olamaz.
Bilim tarihinde ne yazık ki yüzyıllar öncesinin ışık tutan birkaç bilim adamımızla övünüyoruz. İbni Sina, Uluğ bey, Ali Kuşcu, Nizamül-mülk, Yusuf Has Hacip, Kaşgarlı Mahmut, Mimar Sinan gibi isimler son yüzyıllarda yok.
On dokuz ve yirminci yüzyılların teknolojik buluşlarında ise hiç denecek kadar yokuz. Dünya bilim literatüründe birkaç kişi hariç yoğuz.
Peki, ama neden?
Osmanlı son dönemi ve cumhuriyet dönemi eğitim- bilim anlayışı taklitçi kopyacıktan öteye geçmedi. Geçemedi. Unvan statü, makam, ideolojik saplantılarla kilitledi.
Halkın önemsediği konular, bilim adamlarının eserlerinden değil bilimsel makama unvana sahip olmayanların ele aldığı konular oldu. Okunan, önem verilen, anılan isimlere dikkat edildiğinde akademik unvan sahibi olanların sayısı sınırlıdır.
Bunda Türk üniversitelerindeki sistemin büyük rolü var. Öncelikle bilim adamı yetiştirme iddiasındaki üniversiteler, araştırma görevlisi alırken, yakını olanları ya da dosyasında yer alan notlara göre değerlendirme yapıp, alıyor. Psikolojik durumu, araştırma yeteneği, okuma yazma yeteneği, sabrı, gibi konularda herhangi bir değerlendirme yapılmadan alınıyor.
Psikolojik sorunları olanlar, zamanla unvanlı sorun haline dönüşüyor. Böyle olunca;
bir iki aktarma makale kırıntısı ile yalvar yakar ilişkilerle, unvan almakla meşguller. Şu dedi bu dedi, şunun görüşü bunun kanaati, şunun bakışına göre, şeklinde alıntılara dayalı doktora tez çalışmaları amacından uzak olunca ve bunun sonucunda doktor unvanı da alınınca artık diğer unvan koşusu başlar. Artık bilimsel üretim biter, yerine birkaç dergide bir iki makale de yazınca unvanlı hocaya yakınlaşma başlar, rektöre de yaklaşılınca kadro alınır. Öylesine ki asistanlıktan yardımcı doçentliğe, oradan doçentliğe, oradan profesörlüğe giden yolda maaşlar ikiye katlanır.
Beyinler; alınacak maaşlara, yan gelirlere, bedava bilgisayarlara, konferansa katılma adı altında turistik gezilere, harcırahlara, bazı alanlarda özel kuruluşlarda görev almaya kilitlenmiş durumda. Yardımcı doçent, doçent, profesör olanın ürettiği bilimsel eser sayılarına bakıldığında bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır. O zaman bilim adamı, ünvanlı maaşlı akademisyen farkı da ortaya çıkmış oluyor.
Toplumda; unvanlı akademisyenlere toplum verdiği değer gittikçe düşüyor..
Öylesine ki, şirket danışmanlığı yapan, şirket için çalışan unvanlılar ordusu Türk bilim dünyasının kilitlenmesine yol açmıştır.
Üniversitelerin başarı oranı, öğretim üyesinin yazdığı makale ile ölçülüyor. Bilim dünyasına alanıyla ilgili hangi çalışmalar yapmış ya da yapıyor sorusu boşlukta kalıyor.
Rektörlük seçimleriyle de yandaş akademisyen anlayışı ile gerekli gereksiz, başarılı başarısız, üreten üretmeyen ayrımı olmaksızın, oy kaygısı ile ulufe gibi unvanlar dağıtılıyor.
Büyük umutlarla üniversiteye gelen öğrenci daha ilk yıldan itibaren not kaygısına itiliyor.
Mesleki derslerde bile, tarih dersi gibi her konunun tarihini anlatan hocası karşısında güven kaybına uğruyor. Hayal kırıklığı ile araştırma öğrenme yöntemlerini öğrenme yerine, bir an önce notumu alıp mezun olayım havasına giriyor. Derslere girme oranı düşüyor. Öğrenci nezdinde hocanın itibarı düşüyor.
Şimdi tüm bu gerçekler ışığında Türk bilim dünyası, şu kadar üniversite açtık övüntüleri ile bir yere gidebilir mi? Her il’e bir üniversite anlayışı ile diploma veren kuruluşlar ortaya çıktı. Mesleksiz ama meslek diploması alan binlerce genç var.
Türkiye’nin kalkınmasında öncü olarak aydınlatma görevi olan akademisyenler, bilim adamı olmadan, bilgi aktaranlar haline geliyor.
Bu durumda bilim adamından bahsedilemez. Türkiye akademisyenlikten, bilim adamlığına geçen zihniyet değişim ve dönüşümünü gerçekleştiremediği süreci, sorunlar yumağının artması kaçınılmazdır.
Günün Sözü: Ben diyenin ürettiğine bak sonra kanaate var. Davranışını Adam mı diye ayarla.
Herkes akademisyen olabilir ama bilim adamı olamaz.
Bilim tarihinde ne yazık ki yüzyıllar öncesinin ışık tutan birkaç bilim adamımızla övünüyoruz. İbni Sina, Uluğ bey, Ali Kuşcu, Nizamül-mülk, Yusuf Has Hacip, Kaşgarlı Mahmut, Mimar Sinan gibi isimler son yüzyıllarda yok.
On dokuz ve yirminci yüzyılların teknolojik buluşlarında ise hiç denecek kadar yokuz. Dünya bilim literatüründe birkaç kişi hariç yoğuz.
Peki, ama neden?
Osmanlı son dönemi ve cumhuriyet dönemi eğitim- bilim anlayışı taklitçi kopyacıktan öteye geçmedi. Geçemedi. Unvan statü, makam, ideolojik saplantılarla kilitledi.
Halkın önemsediği konular, bilim adamlarının eserlerinden değil bilimsel makama unvana sahip olmayanların ele aldığı konular oldu. Okunan, önem verilen, anılan isimlere dikkat edildiğinde akademik unvan sahibi olanların sayısı sınırlıdır.
Bunda Türk üniversitelerindeki sistemin büyük rolü var. Öncelikle bilim adamı yetiştirme iddiasındaki üniversiteler, araştırma görevlisi alırken, yakını olanları ya da dosyasında yer alan notlara göre değerlendirme yapıp, alıyor. Psikolojik durumu, araştırma yeteneği, okuma yazma yeteneği, sabrı, gibi konularda herhangi bir değerlendirme yapılmadan alınıyor.
Psikolojik sorunları olanlar, zamanla unvanlı sorun haline dönüşüyor. Böyle olunca;
bir iki aktarma makale kırıntısı ile yalvar yakar ilişkilerle, unvan almakla meşguller. Şu dedi bu dedi, şunun görüşü bunun kanaati, şunun bakışına göre, şeklinde alıntılara dayalı doktora tez çalışmaları amacından uzak olunca ve bunun sonucunda doktor unvanı da alınınca artık diğer unvan koşusu başlar. Artık bilimsel üretim biter, yerine birkaç dergide bir iki makale de yazınca unvanlı hocaya yakınlaşma başlar, rektöre de yaklaşılınca kadro alınır. Öylesine ki asistanlıktan yardımcı doçentliğe, oradan doçentliğe, oradan profesörlüğe giden yolda maaşlar ikiye katlanır.
Beyinler; alınacak maaşlara, yan gelirlere, bedava bilgisayarlara, konferansa katılma adı altında turistik gezilere, harcırahlara, bazı alanlarda özel kuruluşlarda görev almaya kilitlenmiş durumda. Yardımcı doçent, doçent, profesör olanın ürettiği bilimsel eser sayılarına bakıldığında bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır. O zaman bilim adamı, ünvanlı maaşlı akademisyen farkı da ortaya çıkmış oluyor.
Toplumda; unvanlı akademisyenlere toplum verdiği değer gittikçe düşüyor..
Öylesine ki, şirket danışmanlığı yapan, şirket için çalışan unvanlılar ordusu Türk bilim dünyasının kilitlenmesine yol açmıştır.
Üniversitelerin başarı oranı, öğretim üyesinin yazdığı makale ile ölçülüyor. Bilim dünyasına alanıyla ilgili hangi çalışmalar yapmış ya da yapıyor sorusu boşlukta kalıyor.
Rektörlük seçimleriyle de yandaş akademisyen anlayışı ile gerekli gereksiz, başarılı başarısız, üreten üretmeyen ayrımı olmaksızın, oy kaygısı ile ulufe gibi unvanlar dağıtılıyor.
Büyük umutlarla üniversiteye gelen öğrenci daha ilk yıldan itibaren not kaygısına itiliyor.
Mesleki derslerde bile, tarih dersi gibi her konunun tarihini anlatan hocası karşısında güven kaybına uğruyor. Hayal kırıklığı ile araştırma öğrenme yöntemlerini öğrenme yerine, bir an önce notumu alıp mezun olayım havasına giriyor. Derslere girme oranı düşüyor. Öğrenci nezdinde hocanın itibarı düşüyor.
Şimdi tüm bu gerçekler ışığında Türk bilim dünyası, şu kadar üniversite açtık övüntüleri ile bir yere gidebilir mi? Her il’e bir üniversite anlayışı ile diploma veren kuruluşlar ortaya çıktı. Mesleksiz ama meslek diploması alan binlerce genç var.
Türkiye’nin kalkınmasında öncü olarak aydınlatma görevi olan akademisyenler, bilim adamı olmadan, bilgi aktaranlar haline geliyor.
Bu durumda bilim adamından bahsedilemez. Türkiye akademisyenlikten, bilim adamlığına geçen zihniyet değişim ve dönüşümünü gerçekleştiremediği süreci, sorunlar yumağının artması kaçınılmazdır.
Günün Sözü: Ben diyenin ürettiğine bak sonra kanaate var. Davranışını Adam mı diye ayarla.
Bu xəbər oxucular tərəfindən 837 dəfə izlənilmişdir!
Yahoo | |||||||
Del.icio.us | Digg | StumbleUpon | FriendFeed |