Şrift:
İRAN'IN SURİYE VE BÖLGEDEKİ ROLÜ
16.12.2016 [12:11] - Güney Azərbaycan xəbərləri, Güney Azərbaycan-Təbriz, DAVAMın yazıları
Halep'te yaşanan insanlık dramı ve özellikle sivillerin uğradığı katliamın ardından gerek Suriye'de, gerekse bölgedeki İran'ın etkisi ve rolü tartışılır oldu.
Öyle ki İran'a bağlı grupların Halep'ten İdlip'e tahliye edilecek olan sivil halkın üzerine ateş açarak son derece kanlı bir oyun içerisine girmesi de bu tartışmaları alevlendirdi.
Tahran yönetimi yaklaşık son 10 yıldır bölgede Irak ile başlayıp, ardından Arap Baharı'nın etkisiyle vekâlet yoluyla yürütülen güç mücadelesinde son derece etken bir rol aldığını ve adından söz ettirdiğini söylemek mümkündür.
Yıllardan bu yana uğradığı askeri ambargolar sebebiyle ordu yapısını daha çok Devrim Muhafızları gibi gayrinizami harp koşullarına uygun hale getiren ve bu alana ciddi yatırım yapan İran için Irak'ın işgali sonrasında Ortadoğu'da baş gösteren etnik ve mezhepsel temelli ayrışma adeta bir fırsata dönüştü.
Zira İran deneyim elde ettiği gayrinizami harp koşulları için kendisine vekâlet edecek Şii tabanı bulmakta zorlanmadığı gibi, onların eğitimi ve askeri manevraları için de ihtiyaç duyulan tüm imkânları sağladı.
Bugün İran, başta Suriye olmak üzere, Irak, Yemen, Lübnan dâhil son derece geniş bir coğrafyada kendi ülkesinin vatandaşları ile beraber Afganistan ve Pakistan'dan getirdiği Şii kimlikli gruplar vasıtasıyla Ortadoğu'da yaşanan çatışmaların tarafı ve hatta yönlendiricisi konumundadır.
Tahran yönetimi bölgede yaşanan krizi mezhepsel ayrımcılığı kullanarak kendi lehine çevirmeyi denemekte, böylelikle yine İslam coğrafyasında mezhepsel kutuplaşma anlamında güç merkezi olma iddiasını sürdürmektedir.
* * *
Yaşanan tüm kırılma ve çatışmalar İran'a yine tabii olarak bölgesel etkinliğini artırma imkânını yaratmıştır.
Mevcut durumda İran, Ortadoğu genelinde Şii nüfus üzerinden çatışmalara dâhil olmaktan hiç çekinmemektedir.
Aynı çabaların özellikle ABD ile varılan nükleer müzakereler sonrasında artmış olması da dikkatlerden kaçmayan bir başka konudur.
Böylelikle İran, sınırlarının ötesine ulaşan bir kapsamda etki alanını genişletme ve kendi düşüncesi çerçevesinde, kendi topraklarında tehlike oluşmadan evvel, yeni cepheler oluşturarak buralara çatışmaların yayılmasını hedeflemektedir.
İran'ın, Suriye krizinin başlangıcından itibaren Esad rejimine destek olmak üzere Suriye'de bulunma gayesi de bu sebeple açıklanabilir. İran'a göre Suriye'nin korunması Tahran'ın korunmasıyla eşdeğerdir ve eğer Suriye kaybedilirse Tahran'ın korunması söz konusu olmayacaktır!
Bu sebeple Suriye krizine taraf olmuş ülkeler arasında İran'ın yeri, etkisi ve konumu son derece büyüktür.
Bugün Suriye'de, Devrim Muhafızları Ordusu'na mensup İranlı askeri personelle birlikte, Iraklı paralı askerler, Fatemiyun adı verilen Afgan gruplar, Lübnan Hizbullahı ve Zeynebiyun olarak adlandırılan Pakistanlı güçler aktif bir şekilde çatışmaların Esad rejimi lehine tarafı konumundadır.
Hali hazırda Esad rejimine bağlı olan ordu güçlerinin sayısının 50 binden daha az olduğu ifade edilirken, İran Devrim Muhafızları Ordusu ve aynı çatı altında bulunan silahlı grupların toplam sayısının 70 bini bulduğu göz önünde bulundurulursa ne demek istediğimiz zannediyorum daha kolay anlaşılabilecektir.
İlave olarak İran, Suriye krizinin başladığı 2011 yılından bu yana Suriye'de süren iç savaş için kendi bütçesinden örtülü ve açık olmak üzere 100 milyar dolara yakın bir bütçe ayırdığı ifade edilmektedir.
* * *
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin meclise sunduğu 2017 bütçe tasarısında, savunma harcamalarının geçen yıla oranla %39 oranında artırılarak 10,3 milyar dolara yükseldiği görülürken, savunma bütçesindeki artıştan en büyük payı, Suriye başta olmak üzere İran'ın bölgedeki askeri operasyonlarını yürüten Devrim Muhafızları Ordusu almıştır.
Türkiye açısından İran'ın gerek vekâlet, gerekse gayri nizami koşullarla yürüttüğü askeri operasyonlarının iki tehdidi vardır.
Bunlardan ilki İslam coğrafyasında, İslam ülkeleri dışında çıkarılmak istenilen mezhepsel savaşın İran etkisiyle körüklenmeye çalışılmasıdır. Bir diğeri ise İran'dan başlayıp Irak ve Suriye'nin kuzeyi ile devam eden, nihai olarak Lübnan'dan Akdeniz'e açılması hedeflenen ve "Şii Koridoru" adı verilen projedir.
Yani milli güvenlik boyutu ele alındığında İran'ın faaliyetlerinin Türkiye'yi terör ve enerji başta olmak üzere bölgenin demografik yapısını tehdit eden diğer siyasi alanlarda da zorladığı açıktır.
Bu iki koşul Türkiye'nin sadece bölgesel etkinliğine zarar vermiyor, aynı zamanda kendi topraklarına ve meşru haklarına tehdit oluşturan koşulların ve terör gruplarının doğmasına yol açıyor.
Söz gelimi Irak'ta son yıllarda adından söz ettirmeye başlayan Haşdi Şabi isimi silahlı grup Musul operasyonu çerçevesinde Türkiye'ye karşı kullanılmak istenilen bir oluşum olarak öne çıkmaktadır.
Hatta yine Irak'ta Türkmenlerin, milli kimliklerinin yok edilerek mezhep temelli ayrışmalarını hayata geçirmek adına İran'ın öncü bir faaliyette bulunduğu da açıktır.
Zaman zaman İran'ın, PKK terör örgütünü desteklediği de bilinen bir gerçektir.
Nitekim Irak'ta Haşdi Şabi ile PKK'nın, Suriye'de PYD ile İran'a bağlı silahlı grupların bazı sahalarda ortak hareket etme görüntüsü vermesi de bunun bir başka yansımasıdır.
Türkiye komşularıyla elbet ki iyi ilişkiler kurmalı ve ilişkilerini geliştirmelidir. Ancak İran'ın örtülü askeri faaliyetlerinin hangi derecede Türkiye'nin çıkarlarına ve haklarına saygılı olduğu konusu ise tartışmalıdır.
Bu xəbər oxucular tərəfindən 935 dəfə izlənilmişdir!
Google Yahoo Facebook Twitter
Del.icio.us Digg StumbleUpon FriendFeed