20.03.2017 [11:34] - Gündəm, DAVAMın yazıları
Avrupa Birliği gerek kendi içerisinde, gerekse yakın ilişki içerisinde olduğu Türkiye başta olmak üzere diğer ülkeler ve uluslararası organizasyonlarla ilişkilerinde sorunlu ve sancılı bir döneme girdi.
Geride kalan son birkaç yılda bazı üye ülkelerdeki ekonomik istikrarsızlık ve krizlerle uğraşmak zorunda kalan AB için aradan geçen her gün yeni sorunların gün yüzüne çıkmasına neden oldu.
Bir yandan Yunanistan ve İspanya gibi birliğe üye ülkelerdeki ekonomik krizleri oluşturulan desteklerle atlatmaya çalışırken, karşılığında ise ismi anılan bu ülkelerde kendisine daha fazla meydan okuma görüntüsünün verilmiş olması kuşkusuz ki AB'yi toplumsal tabandan başlamak üzere yönetim kademesine çıkıncaya kadar her alanda derinden etkiledi. Örneğin Yunanistan, AB'yi kendisine yeteri kadar ekonomik özgürlük ve destek vermemekle eleştirirken, bunun karşısında Almanya'da son derece geniş bir toplum kesimi kendileri çalışırken, Yunanistan gibi ülkelerin üretmeden kendi kazançlarına ortak olmalarına yönelik yoğun bir itiraz benimsemeye başladılar. Aynı düşüncenin ekonomisi kriz yaşayan birlik ülkelerine nazaran daha iyi konumda olan diğer devletlerin vatandaşlarında da olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Ekonomik krizlerle başlayan birliğe dair güvensizlik bugün AB'nin hemen her çevresinde hâkim olmaya başladı. Euro bölgesinin dağılacağına dair fikirlerse artmaya başladı.
Diğer yandan Suriye kriziyle beraber şiddeti artan sığınmacı sorunu AB'nin bir başka sorun teşkil eden alanı haline geldi. Özellikle son bir yıldır AB'nin ana gündemi neredeyse bu mesele oldu. Kıtanın güney doğusundan ve güneyinden gelen yoğun sığınmacı akını AB ülkelerini hem özelde hem de genelde ciddi anlamda sıkıntıya soktu. Demokrasi ve insan hakları söylemleriyle yıllardan bu yana dünya siyasetinde başı çeken AB'nin sığınmacı kriziyle ilgili verdiği imtihan her anlamda kendi değerlerini çiğneyen bir yapıda olduğunu gözler önüne serdi.
İlave olarak Fransa ve Almanya'daki terör saldırılarının artması, birliğin güvenlikle ilgili kaygılarını sorgulanır hale getirdi. Ukrayna krizi ve Baltık bölgesinde aradan geçen her gün artan gerginlik ise güvenlik ve ortaklık anlamında yeni adımların atılması gerektiğini gösterdi. Ancak tamda bu noktada ortak bir Avrupa ordusu kurulması fikri canlandırılmaya çalışılırken, bu yapının NATO ile ne derecede uyumlu çalışabileceği sorusu da hala pek çok çevrenin kafasını karıştıran bir soruna dönüştü.
Tüm bunlar yaşanırken İngiltere'nin almış olduğu Brexit kararı, gittikçe inandırıcılığını yitirmeye başlayan AB için adeta kâbusa dönüştü. Birleşik Krallık'tan birliğe yükselen itirazların somut bir sonuç doğurması, sığınmacı krizi, terör saldırıları, güvenlik bunalımları, ekonomik krizler ve eşitsizlik konularının ön plana çıktığı bir dönemde diğer ülkelerde yükselişe geçen aşırı sağcı akımların toplumsal ve siyasal zeminde güç kazanmasına yol açtı. İtalya'da 2016'nın son döneminde yapılan ve hükümetin yetkilerini artırmayı hedefleyen anayasa değişikliği ile ilgili referandumdan "hayır" oyu çıkmış olması da aynı siyasi akımların Avrupa'nın geleceğinde söz sahibi olmaya başladığını gün yüzüne çıkardı.
Böylesi bir süreçte AB'nin iki kilit ülkesinde 2017 yılı içerisinde iki farklı ve önemli seçim yapılacak. Fransızlar Cumhurbaşkanlarını seçerken, Almanya'da ise genel seçimler yapılacak. Fransa'da aşırı sağcı La Penn'in seçimler açısından favori isimlerden olması, paralel şekilde Almanya'da ırkçı akıma sahip olan Almanya İçin Alternatif Parti'nin büyük bir ivme yakalayarak seçimlere katılacak olması "Ortak Avrupa İdealini" ortadan kaldırmaya yönelik en ciddi tehdit ve tehlikelerin başında gösteriliyor. Hollanda'da yaşanılan seçimlerse AB'nin lokomotifi kabul edilen Almanya ve Fransa için tehlike çanlarının daha yüksek sesle çalmasından başka bir sonucu doğurmuyor.
Avrupa karanlık geçmişine doğru dümen kırmışken son 60 yıldır kıtada istikrarın sürdürülmesini sağlayan Avrupa Birliği projesi de artık çöküyor. Son bir hamleyle AB'nin yapısını değiştirerek hayatta kalabileceğini düşünen üye ülkelerin bazılarının liderlerinin aksine, kıtada hortlamaya başlayan ırkçılık şimdilik sadece İslam karşıtı gibi bir duruş sergiliyor olsa da, yakında tarihte örneklerini gördüğümüz gibi komşu ülkelere karşı da bir nefret sürecinin başlaması kaçınılmaz olacaktır.
Yeni bir "otuz yıl savaşları" Avrupa'nın göbeğinde yeniden hortlayabilir. Almanya ve Fransa'ya son zamanlarda "paketler içerisinde gönderilen bombaların" Yunanistanlı anarşik bir grup tarafından sahiplenmesi bunun bir göstergesidir.
Bu süreçten kurtulmanın yolu ise kesinlikle Türkiye ile anlaşmazlıkları besleyip, büyütmekten geçmiyor. Ancak bugünlerde Avrupa'da bunu görüp, cesaretle davranabilecek herhangi bir lider ne yazık ki ortada gözükmüyor.
Ortaçağ'dan kalma krallıkları hala bünyesinde barındıran monarşik yönetimlerse her zamankinden daha fazla sorun ve sıkıntılarla yüz yüze kalmaya koyuluyor. Demokrasi söylemini her fırsatta siyasi kullanım aracı haline getiren bir yapıda, aşırı uçtaki siyasi akımların da git gide yükselmeye başlamış olması, Avrupa'da yıkıma doğru yaklaşan malum sonunun habercisidir.
Geride kalan son birkaç yılda bazı üye ülkelerdeki ekonomik istikrarsızlık ve krizlerle uğraşmak zorunda kalan AB için aradan geçen her gün yeni sorunların gün yüzüne çıkmasına neden oldu.
Bir yandan Yunanistan ve İspanya gibi birliğe üye ülkelerdeki ekonomik krizleri oluşturulan desteklerle atlatmaya çalışırken, karşılığında ise ismi anılan bu ülkelerde kendisine daha fazla meydan okuma görüntüsünün verilmiş olması kuşkusuz ki AB'yi toplumsal tabandan başlamak üzere yönetim kademesine çıkıncaya kadar her alanda derinden etkiledi. Örneğin Yunanistan, AB'yi kendisine yeteri kadar ekonomik özgürlük ve destek vermemekle eleştirirken, bunun karşısında Almanya'da son derece geniş bir toplum kesimi kendileri çalışırken, Yunanistan gibi ülkelerin üretmeden kendi kazançlarına ortak olmalarına yönelik yoğun bir itiraz benimsemeye başladılar. Aynı düşüncenin ekonomisi kriz yaşayan birlik ülkelerine nazaran daha iyi konumda olan diğer devletlerin vatandaşlarında da olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Ekonomik krizlerle başlayan birliğe dair güvensizlik bugün AB'nin hemen her çevresinde hâkim olmaya başladı. Euro bölgesinin dağılacağına dair fikirlerse artmaya başladı.
Diğer yandan Suriye kriziyle beraber şiddeti artan sığınmacı sorunu AB'nin bir başka sorun teşkil eden alanı haline geldi. Özellikle son bir yıldır AB'nin ana gündemi neredeyse bu mesele oldu. Kıtanın güney doğusundan ve güneyinden gelen yoğun sığınmacı akını AB ülkelerini hem özelde hem de genelde ciddi anlamda sıkıntıya soktu. Demokrasi ve insan hakları söylemleriyle yıllardan bu yana dünya siyasetinde başı çeken AB'nin sığınmacı kriziyle ilgili verdiği imtihan her anlamda kendi değerlerini çiğneyen bir yapıda olduğunu gözler önüne serdi.
İlave olarak Fransa ve Almanya'daki terör saldırılarının artması, birliğin güvenlikle ilgili kaygılarını sorgulanır hale getirdi. Ukrayna krizi ve Baltık bölgesinde aradan geçen her gün artan gerginlik ise güvenlik ve ortaklık anlamında yeni adımların atılması gerektiğini gösterdi. Ancak tamda bu noktada ortak bir Avrupa ordusu kurulması fikri canlandırılmaya çalışılırken, bu yapının NATO ile ne derecede uyumlu çalışabileceği sorusu da hala pek çok çevrenin kafasını karıştıran bir soruna dönüştü.
Tüm bunlar yaşanırken İngiltere'nin almış olduğu Brexit kararı, gittikçe inandırıcılığını yitirmeye başlayan AB için adeta kâbusa dönüştü. Birleşik Krallık'tan birliğe yükselen itirazların somut bir sonuç doğurması, sığınmacı krizi, terör saldırıları, güvenlik bunalımları, ekonomik krizler ve eşitsizlik konularının ön plana çıktığı bir dönemde diğer ülkelerde yükselişe geçen aşırı sağcı akımların toplumsal ve siyasal zeminde güç kazanmasına yol açtı. İtalya'da 2016'nın son döneminde yapılan ve hükümetin yetkilerini artırmayı hedefleyen anayasa değişikliği ile ilgili referandumdan "hayır" oyu çıkmış olması da aynı siyasi akımların Avrupa'nın geleceğinde söz sahibi olmaya başladığını gün yüzüne çıkardı.
Böylesi bir süreçte AB'nin iki kilit ülkesinde 2017 yılı içerisinde iki farklı ve önemli seçim yapılacak. Fransızlar Cumhurbaşkanlarını seçerken, Almanya'da ise genel seçimler yapılacak. Fransa'da aşırı sağcı La Penn'in seçimler açısından favori isimlerden olması, paralel şekilde Almanya'da ırkçı akıma sahip olan Almanya İçin Alternatif Parti'nin büyük bir ivme yakalayarak seçimlere katılacak olması "Ortak Avrupa İdealini" ortadan kaldırmaya yönelik en ciddi tehdit ve tehlikelerin başında gösteriliyor. Hollanda'da yaşanılan seçimlerse AB'nin lokomotifi kabul edilen Almanya ve Fransa için tehlike çanlarının daha yüksek sesle çalmasından başka bir sonucu doğurmuyor.
Avrupa karanlık geçmişine doğru dümen kırmışken son 60 yıldır kıtada istikrarın sürdürülmesini sağlayan Avrupa Birliği projesi de artık çöküyor. Son bir hamleyle AB'nin yapısını değiştirerek hayatta kalabileceğini düşünen üye ülkelerin bazılarının liderlerinin aksine, kıtada hortlamaya başlayan ırkçılık şimdilik sadece İslam karşıtı gibi bir duruş sergiliyor olsa da, yakında tarihte örneklerini gördüğümüz gibi komşu ülkelere karşı da bir nefret sürecinin başlaması kaçınılmaz olacaktır.
Yeni bir "otuz yıl savaşları" Avrupa'nın göbeğinde yeniden hortlayabilir. Almanya ve Fransa'ya son zamanlarda "paketler içerisinde gönderilen bombaların" Yunanistanlı anarşik bir grup tarafından sahiplenmesi bunun bir göstergesidir.
Bu süreçten kurtulmanın yolu ise kesinlikle Türkiye ile anlaşmazlıkları besleyip, büyütmekten geçmiyor. Ancak bugünlerde Avrupa'da bunu görüp, cesaretle davranabilecek herhangi bir lider ne yazık ki ortada gözükmüyor.
Ortaçağ'dan kalma krallıkları hala bünyesinde barındıran monarşik yönetimlerse her zamankinden daha fazla sorun ve sıkıntılarla yüz yüze kalmaya koyuluyor. Demokrasi söylemini her fırsatta siyasi kullanım aracı haline getiren bir yapıda, aşırı uçtaki siyasi akımların da git gide yükselmeye başlamış olması, Avrupa'da yıkıma doğru yaklaşan malum sonunun habercisidir.
Bu xəbər oxucular tərəfindən 801 dəfə izlənilmişdir!
Yahoo | |||||||
Del.icio.us | Digg | StumbleUpon | FriendFeed |