Şrift:
KATALONYA ÖRNEĞİ VE AVRUPA'NIN GELECEĞİ
17.10.2017 [10:22] - Gündəm, DAVAMın yazıları
İspanya'nın kuzey doğusunda bulunan Katalonya bölgesinin bağımsızlık referandumu düzenleyerek, İspanya'dan ayrılma yönünde toplumsal ve siyasi bir irade beyanında bulunması sadece bu ülkede değil, Avrupa'nın genelinde derin bir tartışma başlattı.
Sahip olduğu ekonomiyle İspanya'nın yaklaşık olarak %20'sini karşılayan 5,1 milyon nüfusa sahip olan Katalonya, aynı zamanda ekonomik gücüyle Avrupa Birliği içerisinde 223 milyar avroluk GSYIH ile Finlandiya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti ve Yunanistan gibi ülkelerin de önünde olmasıyla dikkat çekiyor. Katalonya böylesi bir ekonomik güçle Avrupa Birliği üyesi ülkelerle kıyaslandığında 13. büyük ekonomik güce sahip olduğu görülürken, Katalonların da ayrılık gerekçelerinden bir tanesi işte bu ekonomik güce sahip olmalarında yatıyor
Hukuki olarak bakıldığında Katalonya'nın bağımsızlık kararının İspanya'nın kendi iç hukuk kuralları açısından mümkün olmadığı görülürken, benzeri bir durum uluslararası hukuk açısından da geçerlidir.
Ancak Katalonya'yı yöneten yerel idareyle beraber, bu bölgede yaşayan halkın en üst seviyeden bağımsızlık ilanıyla ilgili tutum takınmaları İspanya hükümetinin sert bir karşılık vermesiyle devam etti. Öyle ki Katalonya bölgesine referanduma birkaç gün kala karadan ve denizden asker ve polis gönderen İspanya hükümeti, referandumun gerçekleştirileceği gün de sandıkları toplatmayla beraber, oy kullanmaya gidecek Katalonlara karşı son derece katı bir tutum sergileyerek bir bakıma olayla ilgili net tavrını yansıtmış oldu.
Katalonya'nın referandumunun başarıyla gerçekleştiğini duyurmasından bir hafta sonra yerel meclisi toplayan Katalonya Lideri Puigdemont, "bağımsızlığın kabul edildiğini ancak İspanya ile diyalog yapmak için ilanın askıya alındığını" belirtmesi ise yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi. Çünkü Katalonya'nın bu tutumu sergilemesindeki ana nedenin Avrupa Birliği'nin, Katalonya'nın bağımsızlığına sıcak bakmaması olduğu ifade edildi. Katalonya'nın bağımsızlığını yasadışı olarak ilan eden Almanya ve İtalya ile beraber Avrupa Birliği Komisyonu, Katalonya hükümetinin kararı askıya almasından memnun olduğunu duyurdu.
Katalonya olası bir bağımsızlık halinde Avrupa ile ortak çalışmaya devam etmeye yönelik tavrını gizlemiyor. Kaldı ki böylesine güçlü bir ekonomiye sahip olmalarının ana gerekçesi, Avrupa Birliği ile beraber yol almalarına bağlı. Aksi bir durumdaysa işlerinin düşünülenden daha zor olduğunun farkındalar. İşte bu nedenle Katalonya Lideri Puigdemont'un bağımsızlık kararını şimdilik askıya almasının ana gerekçesinin Avrupa Birliği'nden gelen baskılardan kaynaklandığı yorumları yapılıyor. Avrupa Birliği'nin Katalonya'ya karşı, İspanya'nın yanında yer alan bir tutum sergilemesinin ana gerekçesi ise Katalonya'nın bağımsızlığının Avrupa genelinde bir "domino etkisi" yaratması endişesinden kaynaklanıyor. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker'in, "Katalonya'nın bağımsızlığını, Avrupa'da diğer ayrılıkçı eğilimlerin ortaya çıkmasından endişe duyduğu için desteklemediğini" ifade etmesi de bunun bir göstergesidir.
Ancak neresinden bakılırsa bakılsın son olarak Katalonya örneğinde görüldüğü gibi Avrupa'nın en üstten, en alta varıncaya kadar hızlı bir ayrışma döneminin içerisine girdiği gerçeğiyle karşı karşıya gelinmiş bulunuyor. Üstelik mesele sadece ayrılıkçı hareketlerin kendi çabalarıyla değil, onlara karşı diğer kesimlerin aldığı siyasi ve toplumsal pozisyonla da kendisini ele veriyor. Dolayısıyla Avrupa'daki böylesine kaotik bir dönemle ilgili değerlendirmelerde bulunurken Avrupa Birliği'nin kendisi ile beraber, yaşlı kıtadaki diğer ana ülkelerde de nelerin olup bittiğini doğru bir şekilde ele almak önem arz ediyor.
Bugün Avrupa'yı saran kriz sadece Avrupa Birliği'nin yapısal reform düzenleme çabalarıyla tanımlanamaz seviyeye ulaştığını çoktan gözler önüne seriyor. Sorunun geldiği nokta birlikten ayrılma kararı alan İngiltere'nin politikalarının yarattığı şaşkınlıktan çok, diğer üye ülkelerin kendi iç siyasi ve toplumsal yapısıyla da öne çıkmaya başlıyor. Katalonya'da tecrübe edilen kriz hali artık Avrupa ülkelerinin şaşırtıcı ve bir o kadar da hızlı bir şekilde kendi bünyelerinde derin bir ayrışma ve kopuş sürecine girdiğini işaret ediyor. Katalonya'da yaşayan halk kendisini İspanyollardan ayrı bir millet olarak değerlendirdiği gibi, İspanya ekonomisinin ağırlıklı kısmını kendilerinin taşıdığını ve kazandıklarını İspanya'nın geri kalanıyla paylaşmak istemediklerini gösteren bir irade de ortaya koyuyorlar.
Bu durum Avrupa'da, Avro kriziyle ekonomisi iyice sarsılmış olan ve çok milletli yapısıyla beraber, tarihinden gelen ayrılıkçı hareketleri bünyesinde barındıran diğer ülkeleri de etkiliyor. Kimse kendi kazandığını, bir başkası için harcamak istemiyor. Yunanistan'ın geride kalan yakın dönemde yaşadığı ekonomik kriz karşısında Avrupa Birliği'nin kurtarma paketlerini devreye sokmasına, aynı gerekçeyle Almanya vatandaşları karşı çıkmıştı. Dahası sadece aynı birliğe üye olan ülkeler için değil, aynı ülkede ve aynı hukuk çerçevesinde beraber yaşadıkları diğer topluluklar için de bu düşünceye sahip olmaya başlayan çevreler giderek çoğalıyor. Dolayısıyla böylesi bir sürecin, kaçınılmaz sona doğru varabileceği ve Avrupa ülkelerinin her birinin kendi içerisinde büyük çözülmeler ve ayrılmalar yaşayabileceğiyle ilgili kaygılar giderek artmaya başladı. Avrupa'nın yaşadığı bu döngü sadece kıtanın üst ortaklık yapısı olan Avrupa Birliği'ni değil, bu birliği oluşturan ülkelerin ortadan kalkmasına yol açabilecek bir sürecin içerisine girildiğini gösteriyor.
Bunun yeni bir döngü olduğunu söylemek çokta mümkün değil. Çünkü İspanya'daki Katalonya ve Bask bölgeleri gibi İngiltere'deki İskoçya ve İrlanda, Fransa'daki Korsika (adası), İtalya'daki Padonya (kuzey bölgesinde), Belçika'daki Flamenya (Belçika'nın kuzeyi) ve Almanya'daki Bavyera bölgeleri gibi yerler, tarihin derinliklerinden gelen çağrıya kulak veriyor gibiler.
Avrupa'nın özünde var olan ve tarihinde bulunan "dere beylikleri" yada "şehir devletleri" gibi tanımlar bugünün sosyal, siyasal ve daha çok ekonomik sorunlar giderek insanları daha da zorlar bir hale getirmişken nihai noktanın da Avrupa açısından bırakın Vestfalya öncesi otuz yıl savaşları dönemini, ortaçağ dönemindeki kalıntılara kadar sürüklenebileceğini işaret ediyor. Kutsal Roma İmparatorluğu'nu kurma hayalleri, ırkçı ve ayrılıkçı akımların her biri kendisine has dürtüleriyle oluşmasından kaynaklanarak tükenmeye başlıyor.
Yaşlı kıtanın bünyesinden hortlamış bulunan bu iklimin önünde ne kadar durulabileceği sorusu şu aşamada önemli olsa da, Katalonya'nın yaktığı ve şimdilik söndürüldüğü zannedilen ateş aslında çoktan diğer ülkelerde yanmaya başladı.
Birkaç yıl öncesinde Avrupa'da yabancı karşıtlığı üzerinden yükselen aşırı sağcı akımların varlığı konuşuluyorken, bu akımlar ilerleyen dönelerde siyasallaşmayı başarmış, şimdilerde ise bulundukları ülkelerde iktidara gelemeseler bile herkesi şaşırtarak aldıkları oy oranları ile o ülkelerdeki iktidar yapısını belirleyebilecek bir güce ulaşmış durumdalar. Fransa örneğinde görüldüğü üzere aşırı sağcı La Pen, ilk defa temsil ettiği siyasi akımı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura taşımayı başarmışken, buna karşılık Fransızlar Emmanuel Macron gibi hiçbir siyasi tecrübesi olmayan, sıradan bir toplum hareketinin temsilcisi olan bir ismi, sırf La Pen karşısında kazanmaya en yakın aday olduğu için desteklediler. Pek çok Fransız, Macron'un seçimlere girerken herhangi bir siyasi partisinin olup olmadığına aldırmaksızın, hatta politikalarının neler olduğuna dahi bakmaksızın, "ırkçılar ve La Pen kazanmasın" mantığı ile Macron'a düşünmeden oy verdiler.
Bu durumun bir başka benzeri ise 2017 yılının Eylül ayında Almanya'da gerçekleştirilen seçimlerde kendisini gösterdi. Daha önce PEGIDA ismiyle anılan Müslüman ve yabancı karşıtı hareketlilikle ön plana çıkan çevreler, siyasallaşma sürecini şimdilik Almanya İçin Alternatif Parti (AfD) devam ettirmiş, Almanya Başbakanı Merkel'in ekonomi ve göçmen politikalarını beğenmeyen çevrelerin oylarını alarak mecliste ilk kez yüksek bir sandalye sayısına ulaşarak dikkatleri üzerine çekmiştir. Seçimler Merkel ile beraber, önceki dönem koalisyon ortağı olan Sosyal Demokrat Parti açısından büyük kayıpların yaşanması sonucunu doğurmuştur. Her ne kadar Almanya ve Fransa'daki seçimlerin birbiriyle ortak yanı ırkçı partilerin oy oranlarının yükselmiş olması olsa da, Almanya'daki seçimleri Fransa'dan farklı kılan neden; ırkçıların iktidar karşıtlığı ya da iktidara kızgın olan çevrelerin oylarını almayı başarmış olmasıdır.
Avrupa'da yükselmiş olan ırkçılığın şimdilerde iktidarı alamasalar bile, bulundukları ülkelerde parlamentoda önemli bir ağırlıklarının olduğu açıktır. Dahası bu ivmeyi sürdürmeleri halinde bir sonraki seçimlerde kendi ülkelerinde iktidara gelmeleri de son derece kuvvetli bir ihtimaldir. İşte böylesi bir senaryonun vuku bulması halinde ironik bir şekilde ayrılıkçı hareketleri destekleyen ırkçı akımlar olmayabilecek, liberal düşünceye sahip olan kimi topluluklar bu düşünceye kapılarak kendi ülkelerinden ayrılarak kendi yollarını çizme arayışı içerisinde olabileceklerdir (Benzer bir durum Trump'ın ABD'de başkan olarak seçilmesinin ardından California eyaletinde kendisini gösterdi). Bu durumu görmemizi kuvvetli kılacak yerlerin başında ise kuşkusuz ki kendi ülkelerindeki ekonominin ağrılığını ellerinde bulunduran bölgeler ya da şehirler olabilecektir.
Bütün bu olanlar Avrupa kıtasının daha çok batı, orta ve güney kesimlerinde kendisini gösterecekken, hali hazırda zaten fazlasıyla bölünmüş durumda olan ve Soğuk Savaş'tan bu yana Rusya ile Avrupa arasında bir nevi tampon bölge vazifesi gören doğu bölgesindeki ülkelerle, Balkanlar farklı bir iklime girebilecektir. Neticede Avrupa Birliği'nin ortada kalmadığı, Avrupa ülkelerinin kendi içersinde bölünerek, yeni bölgelere ve şehir devletlere ayrıldığı bir sürecin başlaması bu bölgelerdeki tarihi fay hatlarını da derin ve güçlü bir şekilde kıracak, Doğu Avrupa ve Balkanlar üzerinde hedefleri bulunan Avrupa'ya komşu ülkeler, böylesi bir dönemde etki alanlarını, yine bu bölgelere doğru genişletme arayışı içerisinde olacaklardır. Üstelik başarılı olmaları da Avrupa'nın yaşayacağı yıkım karşısında mutlak bir hale dönüşebilecektir. Tüm bunlar kısa bir süre içerisinde olmasa bile bahse konu olan gelişmelerin vukuu bulması, bu izahı gerçek kılacaktır.
Zira bu durum tarihin açık bir gerçeği olarak en makul izah biçimini yansıtırken, herşey dönüp dolaşıp yine "tarihin coğrafyaya dar geleceği" bir tanımı işaret ediyor. Tarih geçmişten gelen hızlı koşusuyla coğrafyanın ve günümüz reel politiğinin ilerisine sıçrayarak, gelecek konusundaki tercihlerin zorunlu istikamete kaymasına neden olacak gibi duruyor. Bir bakıma Avrupa'nın geçmişi canlanıyor. Ancak bu canlanma süreci Vestfalya düzeni öncesi bölünmüş ve dağınık halde bulunurken, Türk akınları karşısında boyun eğmek zorunda kalan acizlik halini fazlasıyla yansıtmaya başlamış duruyor. Üstelik bu durum ihtimal seviyesinden gerçekliğe doğru hızlı bir geçiş yapmaya da başlıyor. Ve böylesi bir süreç kaçınılmaz olarak giderek yaklaşıyor. Ancak aradaki tek fark artık Rusya gibi Baltık ve Doğu Avrupa bölgesinde her açıdan etken konuma gelmek isteyen bir ülkenin daha oyuna dahil olduğudur.
Sürecin kendisi Avrupa'nın bunu ne kadar yavaşlatmayı başarabileceği ve bölgesel rakiplerine karşı aynı döngü içerisinde ne gibi tedbirler geliştirebileceğine bağlı. Kıtanın en üst karar organı olan ve ekonomik olarak merkez konumunu koruyan Avrupa Birliği, yaşananlara nereye kadar dur diyebilecek belirsiz. Üstelik bunu yaparken kendi değerleriyle de çelişmeye başlaması Avrupa içerisinde ayrı bir tartışmayı da beraberinde doğuracak gibi duruyor. Katalonya Lideri Puigdemont'un, İspanya güvenlik güçlerinin referandum günündeki sert müdahalesine karşılık, Avrupa'nın demokrasi ve özgürlüklerle ilgili değerlerini hatırlatması ve Avrupa Birliği'nin yaşananlara sessiz kalmasını eleştirmesi bu tartışmaların çoktan başladığını gösteriyor.
Bu yüzden Katalonya meselesi sadece bağımsızlık kararı eğiliminde olan bu bölgenin sakinlerini, yerel yönetimlerini ya da İspanya'yı değil, Avrupa'nın tamamını ilgilendiriyor. Büyük sorunları taşıdığını yansıtan böylesi bir gelişme karşısında Avrupa Birliği şimdiye kadar ne derecede doğru bir imtihan vererek hem birliğin, hem de Avrupa'nın geleceğini sağlama alabildiğini başardığı sorusunun cevabı koca bir muamma.
Anlaşılan meseleyse Avrupa'nın sadece birlik seviyesinden değil, üye ülkeler nazarında da bölünme ve ayrışmayı yaşamaya başladığı ve bu süreci tersine çevirmeye yönelik şimdilik kimsenin bir planı olmadığıdır.
Bu xəbər oxucular tərəfindən 803 dəfə izlənilmişdir!
Google Yahoo Facebook Twitter
Del.icio.us Digg StumbleUpon FriendFeed