17.10.2017 [13:24] - Gündəm, Türk dünyası-Turan
Konuşmasında;
"Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis grup toplantımız vesilesiyle sizlerle tekrar bir araya gelmenin bahtiyarlığını yaşıyorum.
Konuşmamın başında muhterem heyetinizi, ekranları başındaki aziz vatandaşlarımızı, Türk-İslam coğrafyasında varlık mücadelesi veren kardeşlerimizi saygı ve şükranlarımla selamlıyorum.
Bir düşünceye, bir fikre, bir ülküye mutlak yöneliş ancak sadakat ve samimiyetle adanmasını bilen yüksek vasıflı insanların harcıdır.
Bu vasfı kazanmanın en sağlam ve sağlıklı yollarından birisi de hiç kuşku yok ki milli nitelikli eğitim sistemidir.
Yaygın ve yerleşik bir aşağılık duygusuna sahip kişilerin büyük ülkülere gönül vermesi, hadi bunu da geçtik ucundan, kıyısından tutması hayaldir.
Milli eğitimdeki pürüz ve badireler, sürekli derinleşen çelişki ve çarpıklıklar sadece bugünümüzü değil, geleceğimizi de riske atmaktadır.
Bu durum, hepimizin özen ve özgüvenle üzerinde durmamızı gerektiren bir sorunu ihsas ve ifade etmektedir.
Tutucu önyargılardan, taassubun zifiri karanlığından, köleci mantık ve mensubiyet bunalımından kurtuluşun reçetesi eğitim ve öğretimin niteliğinde gizlidir.
Cehaletin biaman düşmanıysak sorumluluklarımızı ihmal edemeyiz.
İhanetin karşısında bitaraf değilsek gerçeklerden kaçamaz, milli çağrı ve taleplere sırtımızı dönemeyiz.
Geleceği planlamanın mecburiyetine inanıyorsak nesillerin manen bizlere tevdi ve emanet ettiği tarihi görevlerimizi erteleyemeyiz.
Geleceğimizden tasarruf edemeyiz, gençlerimizin ümitlerini boşa çıkaramayız.
Ne yapacaksak, neyi hedefliyorsak şimdi harekete geçmeli, şimdiden devreye girmeliyiz.
Dün, bugün ve yarın ölçeğinde kuracağımız denge ve milli hassasiyetle eğitim alanındaki beklentileri azami seviyede karşılamalıyız.
Bilinmelidir ki, milli eğitim istikbal demektir.
Bunun yanında milli eğitim istiklalin güvencesidir.
İstikbalimizi tesadüflere nasıl ve ne hakla teslim ederiz?
İstiklalimizi tartışmalı ve bulanık hale nasıl sokarız?
Bu itibarla milli eğitim sistemindeki karmaşa acilen çözülmelidir.
Milli eğitim sistemindeki arayışlara artık geniş bir mutabakatla son verilmelidir.
Başka çaremiz yoktur.
Başka seçeneğimiz de görülmemektedir.
Yaşadığımız onca kriz, maruz kaldığımız onca sıkıntı ve açmaz aslında milli eğitim sistemindeki zafiyetlerden türemiş, zayıflıklardan üremiştir.
Bir defa bunu kabullenmemiz şarttır.
Sürekli sistemle oynamak mahsurludur.
Sürekli politika değişikliklerine tevessül etmek yanlıştır.
Elbette her hükümetin, her siyasi iktidarın bir eğitim politikası, bu çerçevede hedefleri vardır.
Bunu herkes anlayış ve saygıyla karşılamalıdır.
Ancak her bakan değişikliği yeni bir politikaya kapı aralıyor, farklı bir uygulamaya ortam açıyorsa, durup düşünmemiz de kaçınılmazdır.
Milli eğitim alanında, görevdeki bakanın değil, hükümetin politikası vardır ve önemli olan da budur.
Davul başkasının omuzunda, tokmak bir başkasının elinde olursa muhatap kalınan sorunların içinden çıkmak takdir edersiniz ki zorlaşacaktır.
Artık milli eğitim sistemindeki ağırlaşan meseleleri istikrarlı, kalıcı, kapsayıcı bir şekilde ele alıp, uzlaşmanın imkanlarından faydalanarak gidermek asıldır, acildir, elzemdir.
TEOG’un kaldırılmasından sonra üniversite sınav sisteminde de değişikliğe gidilmiştir.
2018-2019 Eğitim ve Öğretim Yılında, yükseköğretime giriş sınavının yeni ismi Yükseköğretim Kurumları Sınavı olarak belirlenmiştir.
Böylelikle YGS ve LYS kaldırılmıştır.
Değişiklik yalnızca isim bazında kalmamıştır.
Yeni sistemde evlatlarımız iki ayrı oturuma katılacaklardır.
İlk oturumda Türkçe ve matematik sorularından oluşan Temel Yeterlilik Testinden sorumlu olacaklardır.
Öğleden sonraki ikinci oturumda ise lise müfredatına dair bilgiler kontrol edilecektir.
Getirilen sistemin ayrıntılarına girmeden şunu söylemek isterim ki, üniversite sınav sistemindeki gelgitler, kafa karışıklıkları, yaşanan tartışmalar maalesef son bulmuş değildir.
Bilakis yeni sınav sistemi ilave sorunların doğmasına neden olmuştur.
Öğrencilerimiz huzursuzdur.
Tabiatıyla anneler, babalar kaygılıdır.
Kaldı ki mezkur yeni sistemin oturması zaman alacak, hatta kaynak ve emek israfına yol açacaktır.
Ülkemizde yükseköğretime geçiş sistemi üzerinde artan bir talep baskısı vardır. Bunu görüyoruz.
2006 yılı sonrasında hem yeni üniversitelerin açılması hem de kontenjanların artırılması yükseköğretimde hızlı bir genişlemeyi sağlamıştır.
Ama bu yeterli değildir.
Halen çok sayıda evladımız üniversiteye girememenin baskı ve stresini yaşamaktadır.
1983 yılında yaklaşık 335 bin düzeyinde olan toplam öğrenci sayısı bugün 7 milyon sınırını aşmıştır.
Bu önemli bir kazanımdır.
Yükseköğretim mezun sayısına baktığımıza burada da kayda değer bir artışın varlığı göze çarpmaktadır.
Son yirmi yıl içinde mezun sayısı 3,5 kat oranında yükselmiştir.
Buna rağmen, ülkemizin 25-64 yaş aralığındaki mezuniyet oranı OECD ülkelerinin yarısı kadardır.
1981 yılında 19 olan üniversite sayısı ise bugün 183’ü bulmuştur.
Ama nitelik sorunlarına çözüm getirilememiş, sistem arayışları kesilmemiş, üniversite kapılarındaki yığılmaya çözüm bulunamamıştır.
1 milyon kişi başına düşen üniversite sayısı Türkiye’de 2,1 iken; bu sayı ABD, Rusya, Danimarka, Malezya, Polonya, İsviçre ve Norveç’te 10’u geçmiştir.
Türkiye kaynaklı bilimsel yayınların sayısı yıllar itibariyle artsa da, atıf sayıları aynı oranda artmamış, dolayısıyla yayın başına düşen atıf sayısı düşmüştür.
Kısaca bu tablo, bilimsel yayınların kalitesinde bir sorun olduğuna somut bir delildir.
Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmeyi hedef olarak belirlemiş bir Türkiye’nin, mevcut bu soruna çareler bulması zorunluluktur.
Kabul edelim ki, ortaöğretimden yükseköğretime geçiş, dünyanın hemen her ülkesinde önemli ve kritik bir meseledir.
Türkiye olarak hala bu alanda yönünü arayan, makul bir yol bulmaya çalışan ülke olmamız oldukça düşündürücüdür.
Kaldı ki, yükseköğretimden mezun olmakla da her şey bitmiş, her yer güllük gülistanlık olmuş değildir.
Üniversite mezunu evlatlarımızın yüzde 35’i işsizdir.
Bu ağır bir sosyal krize davetiyedir.
Gençler işsiz ve mutsuzken, her söz tabansız, her teşebbüs temelsizdir.
ÖSS, ÖYS, YGS, LYS yükseköğretimin düzlüğe çıkmasına yaramamıştır.
Getirilen yeni sistemin birçok sakıncalı yönüyle yine fayda sağlamayacağına dair endişemiz de fazladır.
Çünkü karşımızdaki mesele sınav sistemini değiştirmekle çözülecek kadar basit, hafif ve yüzeysel değildir.
Ağır hastalıklar pansuman tedavilerle bitmeyecektir.
Mevzi hamleler, milli ve stratejik bir karara dönüşmedikçe sonuç vermeyecektir.
Sınav sistemlerindeki değişikliklerle günü kurtarmak belki mümkündür, ama yarınları kaybedeceğimiz neredeyse kesindir.
Bunu Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi hiçbir devlet ve siyaset insanı elbette arzulamayacak, istemeyecektir.
Zorunlu eğitim süresinin 2012’den itibaren 8 yıldan 12 yıla çıkarılması yükseköğretime talebi daha da fazlalaştırmıştır.
2007 yılında 1 milyon 776 bin kardeşimiz üniversiteye giriş sınavına başvurmuşken, bu sayı 2017’de 2 milyon 266 bine ulaşmıştır.
Yapılanı eleştirmek bir bakıma en kolayıdır, bunun farkındayız.
Milliyetçi Hareket Partisi sorumlu ve yapıcı muhalefet anlayışı kapsamında yalnızca eleştirmenin, kulp takmanın, karalamanın ahlaken ve siyaseten mahsurlu olduğuna içtenlikle inanmaktadır.
Bu nedenle taş üstüne taş koymak, hatta gerekirse taşın altına elimizi uzatmak bizi biz yapan siyaset ilkelerimiz arasındadır.
Mühim olan neyin teklif edileceği, sorunlara nasıl neşter vurulacağı noktasında düğümlenmektedir.
Genç bir nüfusa sahip Türkiye’nin üniversite sınav kataloğundan onu mu seçsem, bunu mu seçsem diye vakit kaybına tahammülü yoktur.
Neyi seçersek seçelim, hangi sınav sistemini getirirsek getirelim şikâyetler dinmeyecek, soru işaretleri bitmeyecek, mağduriyetler ve masum vicdanların çığlıkları azalmayacaktır.
Radikal adım atmanın, milli bir anlaşma ve kucaklaşmayla yükseköğretime geçiş sistemini kökünden düzeltmenin ve düzenlemenin tam zamanıdır.
Geleceğimizi kurtarmanın, gelecek nesillere görevimizi yapmanın tam vaktidir.
Hükümete bizim teklifimiz şudur:
Gelin üniversite sınavını tamamen kaldıralım.
Gelin lisans, yüksek lisans, doktora eğitimlerinin önündeki bariyerleri birer birer yıkalım.
Anadolu’nun mazlum çocuklarına tüm imkânları sunalım.
15 Temmuz FETÖ işgal teşebbüsü bize öğretmiştir ki; liyakat tamam, ehliyet tamam; ama hepsinden önemlisi adam gibi adam nesillerin yetişmesi ve yetiştirilmesidir.
Altın nesil diyorlardı, ne oldu, tepemizden bomba yağdırdılar.
Yurt dışına önüne gelen maklubeci münafık ve melaneti gönderip en parlak üniversitelerde okuttular, fırsat bu fırsat deyip Pensilvanya’yı hain çiftliğine dönüştürdüler.
Okul dediler, Türkçe olimpiyatları düzenlediler, kolejler ve üniversiteler açtılar, sınav yolsuzlukları yaptılar; aynı zamanda da Türkiye’nin yıkımına şerefsizce hizmet ettiler.
Kalite, önce vicdanda olacak.
Eğitim önce, ahlak ve imanda yeşerecek.
Evlatlarımızı bir güne sığdırılan testlerle değil, bir ömre sığmayan muazzam duruş ve asaletleriyle övmeli, takdir etmeli, analarının ak sütü gibi helalleri olan haklarını da vermeliyiz.
Hep birlikte, milli ve manevi değerlerine sımsıkı sarılmış; vatanı için şehadete kucak açmış, bayrağı için her çileye, her külfete razı gelmiş kahraman Türk gençliğini bir sınavdan çıkarıp öbürüne sokmaktan vazgeçelim.
Onlar için ne yaptık da karşılığını alamadık?
Onlardan ne istedik de olumsuz cevap aldık?
Türk gençliğinin nelere kadir olduğunu, hangi meziyet ve seviyede bulunduğunu sınavla ölçecek, sınavla görecek durumda değiliz.
Türk gençliği akıllıdır, ahlaklıdır, çalışkandır, imanlıdır, inançlıdır; fırsat verilsin dünyayı yerinden oynatacak irfan ve iradeye sahip olduğunu gösterecektir.
İhanete karşı mızrak arıyorsak, Türk gençliği yanımızdadır.
Rezalete karşı yürek istiyorsak, Türk gençliği hazır beklemektedir.
İşgale karşı, istilaya karşı çelik gibi bir kuvvet, yiğit bir fişek istiyorsak Türk gençliğine bakmamız kâfidir.
Bizim için sadakat ve cesaret sahibi olmak, liyakat sahibi olmaktan, masaya koyulan testlere doğru cevap vermekten bin kat daha değerli, bin kat daha geçerlidir.
Kimse alınmasın, kimse saptırmasın; biz önce irfana, sınavdan önce zalimlere kafa tutan, meydan okuyan tertemiz kalplere bakarız.
İmkânsızlıklara direnen Türk gençliğinin önündeki engelleri kaldıralım.
Gencecik yaşta girdikleri ağır baskı ve dayatma ortamından, kaygı ve korku dolu senelerden hepsini çekip alalım.
Türk gençliğine inanıyorum, hepsine güveniyorum.
2015 yılı Seçim Beyannamemizde aynen demiştik ki:
“Üniversite giriş sınavı kaldırılacak, bunun yerine, ilköğretim ve orta öğretimde etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak, uygulanacak müfredat ile orta öğretim başarısını ve orta öğretim sonunda yapılacak “Olgunlaşma sınavını” esas alan ve fırsat eşitliğini ve adaleti gözeten üniversiteye geçiş sistemi uygulamaya konulacaktır.”
2009 yılında hazırladığımız Parti Programımızda demişti ki:
“Orta öğretim; program türünü esas alan, yatay ve dikey geçişlere imkân veren, çağdaş rehberlik ve yönlendirme hizmetiyle üniversite sistemine etkin geçişi sağlayan bir yapıya kavuşturulacaktır.”
Hükümete çağrıda bulunuyorum, bir el verin, bir ses verin, bir irade gösterin.
Soruyorum, üniversite sınavını kaldırmaya var mısınız?
Beka mücadelesinde sonuna kadar omuz omuzayız. Bunda en küçük tereddüt yoktur.
Zalimlere karşı aynı noktadayız, aynı çizgideyiz. Bunda da şüphe yoktur.
Hadi gelin, Türk gençliğinin ümüğünü sıkan, soluğunu kesen üniversite sınavını tümden ve hepten kaldırma konusunda da elbirliği, güç birliği yapalım.
Hadi buyurun, gayretimizle solgun yüzler gülsün, belirsizliğin karanlığı birlik ve dayanışmamızla kaybolsun.
Türk gençliği için varız, onlar için kararlıyız, geleceğin parlak, bağımsız, kalkınmış, büyümüş Türkiye’si için her mücadeleyi vermeye de her zaman hazırız, ihtiyaç duyulan her an buradayız.
Değerli Arkadaşlarım,
Sadece Türkiye, sadece bölgemiz değil; tüm dünya, tüm insanlık terörizmin tasallutu altında ve barbarlığının hedefindedir.
Her bir terör saldırısı sonunda kırılacak cam tavana bir çatlak eklemekte, sonunda çökecek binanın bir sütununu yıkmaktadır.
Somali’nin başkenti Mogadişu’da 14 Ekim günü resmen bir katliam yaşanmıştır.
Bomba yüklü bir aracın patlatılması sonucunda 200’e yakın insan hayatını kaybetmiş, yüzlercesi de yaralanmıştır.
Bu menfur saldırıdan sonra ülkede 3 günlük yas ilan edilmiştir.
Somalilere başsağlığı dileklerimi iletirken, terörizmi elbette ve güçlü bir şekilde bir kez daha lanetliyorum.
Bilhassa Ortadoğu terörizmin zalimane kuşatmasıyla inlemektedir.
Bölgemiz huzur, güvenlik ve istikrardan mahrumdur.
Çevremizde kanlı bir hesap görülmekte, mide bulandırıcı vahşi bir plan gündemde tutulmaktadır.
Tüm gözler bir tarafta Irak’ı tararken, diğer yanda Suriye’ye odaklanmıştır.
Bu iki ülke uçurumun kıyısında, parçalanma ve dağılmanın eşiğindedir.
Terör örgütlerini programlayıp, provoke edip Ortadoğu’ya sevk eden karanlık odak ve ortaklar dökülen kanları, alınan canları film gibi seyretmektedir.
Karşımızdaki manzara kahredici, isyan ettirici, infiale sürükleyicidir.
Irak ve Suriye’de adeta kıyamet kopmuştur.
Nerede bir istikrarsızlık varsa terör örgütleri oradadır.
Nerede kanayan bir yara, kaynayan bir ülke varsa teröristler oraya akmaktadır.
Barzani’nin 25 Eylül korsan referandumundan sonra bölgesel tansiyon daha da yükselmiş, tehditler daha da yoğunlaşmıştır.
Peşmerge başı yanlış üstüne yanlışa imza atmış, eceline susamış bir canlı gibi denetimsiz ve kontrolsüzlüğün seline kapılmıştır.
Düne kadar Kerkük’te tam bir restleşme hâkimdi.
Bu Türkmen kentinin batı ve güney kısmında Irak ordusu ve Haşdi Şabi kuvvet yığmış, operasyona hazırlanmıştı.
Peşmerge yanına PKK’yı da alarak Irak ordusunun karşısında mevzilenmişti.
Irak hükümeti, peşmergenin Kerkük’e PKK’lı teröristleri getirdiğini açıklayarak, bunun bir savaş ilanı olduğunu duyurmuştu.
Buna karşılık Barzani çetesi ise bu iddiayı yalanlamış, suçlamaların asılsız olduğunu ifade etmişti.
Ne var ki tüm bulgu, bilgi ve kanıtlar peşmergenin PKK’lı canileri Kerkük’e taşıdığını göstermiştir.
Biz Barzani’ye Mehmetçik katili derken boş konuşmuyorduk.
Biz ha peşmerge ha PKK derken de abartmıyor, gerçekleri saptırmıyorduk.
Kerkük’te PKK’nın ne işi vardır?
Bu neyin mesajı, hangi alçak senaryonun hazırlığıdır?
PKK’nın Kerkük’e intikalinin önünü kimler açmış, buna hangi güçler çanak tutmuştur?
Oynanan oyun şiddetlidir ve büyüktür.
Kandil ve Sincar’dan sonra PKK’nın Kerkük’e yuvalanması yalnızca Irak, yalnızca bölge için değil, Türkiye için de milli güvenlik meselesidir.
Şu andaki durum ne olursa olsun, Barzani-PKK cinayet ittifakında hedef Türkmen yurtlarıdır.
25 Eylül referandumunun gayesi daha da netleşmiş, taraf ve emelleri daha da gün yüzüne çıkmıştır.
Suriye’nin kuzeyindeki sözde üç kantona eklemlenmek isteyen, 25 Eylül’ü bu kapsamda ara durak gören ve PKK’nın hain hedefleriyle Kürdistan nöbetine giren Barzani tam bir düşman, tam bir rezildir.
Elinizi vicdanınıza koyup lütfen sorgulayınız; PKK’lılar peşmergeyle birlikte Türkmenelinde eğer kan döker, Türkmenleri topluca katlederse buna nasıl sessiz kalır, nasıl ilgisiz dururuz?
“Yedi düvelle karşı karşıya gelmenin anlamı” yok diye akıl veren devşirme ve satılık kalemler, söyleyiniz bana, sizin gibi korkakça, haysiyetsizce yaşamaya tamam mı diyelim?
“Kerkük ve Musul’un vilayetlerimiz olabileceği söyleminin ne askeri, ne siyasi bir dayanağı var” diyerek düşman güldüren, hain sevindiren kalem artıkları, Kürdistan kuruluyor, Türkiye tehdit ediliyor, zulüm tuzağı kuruluyor hala anlamıyor, hala görmüyor musunuz?
Nasıl olsa işleriniz tıkırında, bir eliniz yağda, diğer eliniz balda.
Nasıl olsa tuzunuz kuru, kapmışsınız bir gazete köşesi, kurulmuşsunuz bir televizyon ekranına, öğüttüğünüz yalan, övdüğünüz talan.
Dahası her devrin adamı, her hatırlı adamın da uşağı olmaya çoktan alıştığınız her halinizden belli.
Teslimiyetçilik bu tiplerin ruhunda vardır.
Tavizkarlık, tüfeylilik, köksüzlük bunların kimliğidir.
Barzani’ye çıt çıkarmazlar.
PKK’ya zeytin dalı uzatırlar.
Türkmenler oldu mu konu, Kerkük konuşuldu mu, üç maymunu oynarlar.
Bu kadar omurgasız, bu kadar şahsiyetsiz, bu kadar da kalpleri taş kesilmiştir.
Kötü görüp, kötü gösterirler.
Milli mukavemeti tırmalamak, terörle mücadeleyi tırpanlamak için her utanmazlıktan medet umarlar.
Çünkü bunlar içimize kadar sızmış kamuflajlı, makyajlı, maskeli Türk ve Türkiye hasımlarıdır.
82 Kerkük deriz, kızarırlar, bozarırlar; betleri, benizleri atar.
83 Musul deriz, nöbet geçiren şizofreni hastasına dönerler.
Çünkü bunların vicdanları haczedilmiş, haysiyet noksanlıkları alenileşmiştir.
Gün gelip kalbi yeis ve nedamet içinde çırpınacak olanların bugünlerde dillerine ve idraklerine asılan kilitler onların sonunu getirecek, mahcubiyetlerine neden olacaktır.
Dış politikada dengeymiş, ne dengesi, neyin dengesi, ortada denge mi kaldı?
Kimseyi ürkütmemek, kimseyi rahatsız etmemek lazımmış.
Ama Türk milletini önüne gelen rahatsız ederse, buna da aldırmamak, bunu da büyütmemek gerekiyormuş.
Beyzadelerin rahatı nasıl olsa hiç kimsede yoktur.
Kendilerini yalılarda, boğaz manzaralı konutlarında, işbirlikçi yabancı dostlarının dizinin dibinde emniyete almışlardır.
Bu iki ayaklı Kırım Kongo kenelerine, bu zulüm beslemelerine Türk milleti mutlaka hesabı soracak, yüzsüzlüklerini, yüreksizliklerini inanıyorum ki yanlarına koymayacaktır.
İşgal yıllarında, Ali Kemal Dahiliye Vekilliği görevini icra ederken, 22-23 Haziran 1919’da Balıkesir Mutasarrıflığına bir yazı yazarak şöyle demişti:
“Ne kadar gaddarane ve haksızca olursa olsun, biz işgallere karşı sarih haklarımızı ancak siyaseten savunabiliriz.”
Şu kepazeliğe bakınız ki, meğer Ali Kemal ölmemiş, ruhu medyada, siyasette, sanatta, sivil toplum kuruluşlarında vızır vızır dolaşımdadır.
Fakat bunun karşısında da Kuvayı Milliye şuuru, Milli Mücadele onuru da hamd olsun ayaktadır, hıyanetin hakkından gelmeye muktedirdir.
Değerli Arkadaşlarım,
Kerkük’te PKK’nın konuşlanma teşebbüsü Türkiye için alarmdır.
Bu durum en üst düzeyde beka sorunudur.
Muhtemel her gelişmeye karşılık, Irak Merkezi yönetimiyle ortak operasyon yapılması, mütecaviz emellere karşı keskin bir şekilde müdahale edilmesi hususunda her tedbir, her ihtimal planlanmalıdır.
Türk hava sahasının Barzani’ye kapatılmasıyla ilgili karar derinleştirilmelidir.
Dışişleri Bakanlığıyla MGK’nın dünkü açıklamaları isabetli, yerinde ve bizim nezdimizde olumludur.
Irak ordusu, bayrak asıp Kerkük valiliğini kontrol altına almışsa da şu anda kadim Türkmen şehri her tehlikeye açıktır.
Taşkın belirsizlikler had safhadadır.
Irak ordusu, peşmergeye verilen geri çekilme süresinin dolmasından sonra, Pazar gece yarısı Kerkük’teki askeri üs ve petrol kuyularını ele geçirmek için operasyon başlatmıştı.
Çatışmalar Tazehurmatu ve Tuzhurmatu çevresinde yoğunlaşmıştı.
Peşmerge bir yanda yandaşlarını sokağa çağırırken, diğer yanda korkakça geri çekilmişti.
Sonunda Kerkük musibetten kurtarılmıştır.
Şunu hiç kimse aklından çıkarmasın ki; Kerkük, hiçbir zaman, PKK ve peşmergeye yar edilmeyecek, terörizmin tetikçilerine ucunda ölüm bile olsa asla bırakılmayacaktır.
Türkiye meşru ve tarihsel haklarını, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yetkilerini sonuna kadar kullanmak için atik, çevik ve tavizsiz bir duruş sergilemelidir.
Kerkük terk edilirse, Kerkük kandan nemalanan vampirlere verilirse, bunun vebali, bunun sorumluluğu herkesin üzerine olacak, hiç kimse de bu devasa yükün altından kalkamayacaktır.
Kerkük yanarsa, Irak çökecek, Ortadoğu çürüyecek, Türkiye sendeleyecektir.
Kerkük bölgenin şah damarı, ağırlık merkezi, can evi, nabız atışıdır.
Terörizmin Kerkük’e çöreklenmesi, Kerkük’ü tarihsel bağlarından çeke çeke koparması felakete davetiye, bölgesel iflasa kapı açmaktır.
Peşmerge artıklarının PKK’lı canilerle birlikte Kerkük’ten sürülüp çıkarılması, bu Türkmen kentinin Irak ordusu tarafından kontrol altına alınması memnuniyet verici olsa da, bu netice ne Türkiye’yi ne de Irak’ı rehavete sürüklememelidir.
PKK’lı canilerle silahlı peşmergeler kaçtıkları yere kadar kovalanmalı yakalandıkları yerlerde de imha edilmelidir.
Türkiye sınır ötesindeki düşmanca gelişmeleri, milli varlığına kast edecek hareketliliği teyakkuzla takip etmelidir.
Kerkük candır, kandır, emanettir, tarihtir, elbette ve her şart altında Türk’tür, Türk kalacaktır.
Gerekirse Barzani yakalanıp getirilmeli, gerekirse de PKK’nın Türkmeneli’nde alan hâkimiyeti kurma mücadelesine engel olunacak askeri girişim havadan ve karadan korkusuzca başlatılmalıdır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Barzani’ye “Kak Mesut” diyen eski Başbakan sosyal medya hesabı üzerinden geçtiğimiz Pazar günü 10 maddelik bir açıklama yaparak kendini hatırlatma gereği duymuştur.
Bu şahıs Kerkük’ün asırlardır bütün etnik ve mezhebi renkleri, aidiyetleri bünyesinde barındırdığını açıklamıştır.
Anlaşıldığı üzere Kerkük’ün Türkmen ruhunu inkar etmiş, Türkmen yurdu olduğunu yok saymıştır.
Yani kendisinden bekleneni bir kez daha yerine getirmiştir.
Stratejik derinlikte az kalsın Türkiye’yi boğmak üzere iken görevden el çektirilen bu zihniyet, şimdi kalkmış, sanki fikrin nedir diye sorulmuş gibi mesajlar verme gereği duymuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Barzani’ye referandumu iptal et diyor, Irak’ın siyasi birliğine, toprak bütünlüğüne tartışmasız önem veriyor, ne var ki eski Başbakan çıkıp müzakere tavsiyesinde bulunarak referandumun dondurulmasını öneriyor.
Sayın Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, Dışişleri Bakanlığı, TSK güçlü bir iradeyle ağız birliği içindeyken, bir eski Başbakan’ın durumdan vazife çıkararak devletin politikalarına aykırı beyanat vermesi, Türkmenlerin haklarına kara çalması gafillik ve garabettir.
Ve de hükümetin politikalarını sabote etmektir.
Sorarım sana, durdun durdun da şimdi niye ortaya çıktın?
Sıfır sorun enkazı daha kaldırılmamışken, sana ne oluyor, sen hangi yüzle konuşuyorsun?
Barzani lobisinin değirmenine deyim yerindeyse su taşıyor.
Kerkük’ün acıları büyürken, kayıpları artarken; hala zalimlerin sözcülüğüne cüret edenlerin varlığı kabul edilemez işbirlikçilik ve ilkesizlik örneğidir.
Bölgesel barış ve huzuru bozmak için pusuya yatmış olan mihraklara Türkiye komşuluk hukuku, tarihsel ve kültürel ilişkiler kapsamında tavrını ve azametini çekinmeden göstermelidir.
Kerkük’ün kimliğiyle, statüsüyle oynamak korkunç olaylara neden olacaktır.
Bunun önüne geçmek tarihi görevimizdir.
Kerkük sahipsiz değildir; sahip çıkacak kudret ve ümit Türk milletidir.
Türkmenler tutsak ve mahkûm değildir, Türkiye ve Irak’ın ortak tutumu ve samimi diyalogları perşmerge ve terörist işgalinin belini kırmaya çok şükür yetecektir.
Güney sınırlarımıza paralel şekilde kurulmak istenen terör devleti milli iradenin, milli gücün müdahalesiyle henüz doğmadan ölüme terk edilecektir.
Türkiye Fırat Kalkanı Harekatı’ndan sonra başlattığı İdlib operasyonuyla terörizmin boğazına sarılmış, Akdeniz’e çıkış yollarını kesmiştir.
TSK’nın 8 Ekim 2017’den itibaren başladığı keşif faaliyetleri, 12 Ekim 2017 tarihiyle gözlem noktalarını teşkil faaliyetleriyle derinleşmiş ve tesir alanını genişletmiştir.
Astana sürecinde ateşkesin tesis, gözetim ve devamını temin amacıyla; garantör ülkelerce mutabık kalınan angajman kuralları kapsamında sınırlarımızın hemen dibindeki askeri haraketlilik sürmektedir.
İdlib’in baştan ayağa temizliği şarttır.
Çatışmasızlık genele hâkim kılınmalıdır.
Bu yapılıyorken, İdlib sınırındaki Bereket Dağı’ndan Afrin’deki terörist yapılanmayı her gelişmeye hazırlıklı olacak şekilde izlememiz kaçınılmaz bir zarurettir.
Türkiye terör koridorunun açılmasına izin vermeyecektir.
Türkiye Kürdistan fitnesinin kurulmasına fırsat vermeyecektir.
Bugün İdlib, yarın Afrin, Ayn el Arab, Cezire derken; Türkmeneli’nin namus ve şeref mücadelesine destek vermek için kahramanlarımızın işgalcilerin tepesine ansızın balyoz gibi inmesi duamız, isteğimiz ve beklentimizdir.
Küresel güçlerin kiralık katil olarak tuttukları IŞİD, PKK, FETÖ, YPG ve diğer cinayet ve ihanet örgütlerinin kökü kazınmadan, kaynakları kurutulmadan ne Türkiye’ye ne de bölge ülkelerine huzur yoktur.
Bu terör örgütleri aynı merkezden kumanda edilmektedir.
Bunlar ki, İslam toplumlarına, asırlık medeniyetlere, Türklüğün hayat alanlarına saldırı emri alan kanlı canavarlardır.
Birbirlerinin ayağına basmazlar.
Birbirleriyle ihtilaf içinde görünseler de, gerçekte kucak kucağa fitne ve dehşet saçarlar.
Geçtiğimiz günlerde, Suriye’nin Rakka kentinde PKK-PYD’nin IŞİD’le uzlaşması, IŞİD’li teröristlerin Deyrizor kırsalına güvenle tahliyesi herkesin gözü önünde cereyan etmiştir.
Artık bölücü katillerin içte ve dışta burnundan getirmek milli ve manevi mirasımıza karşı tehiri imkânsız görevimizdir.
Türk milleti muhasım güçleri yerin dibine sokacak cesaret ve inanmışlıktadır.
İhanet, iman ve milli irade karşısında tel tel dağılacaktır.
Karşımızda kim durursa dursun, önümüze kim çıkarsa çıksın; alayını ezip geçmek mukadderat ve mukaddesatımıza borcumuzdur.
Biz manevi borcumuza sadığız, inşallah ödeyeceğiz.
Biz milletimize ve ülkemize sevdalıyız, yan bakanları da Allah’ın izniyle yıkıp aşacağız.
Değerli Milletvekilleri,
ABD’yle yaşanan vize geriliminin düşmesi başından beri talep ve tavsiyemizdir.
Ancak ABD yönetiminin sorumsuz açıklamaları, özellikle büyükelçinin talihsiz ve müessif sözleri gerilimin şiddetini düşürmek şöyle dursun, devamlı körüklemiştir.
Söz konusu elçi 11 Ekim’de diyor ki; “9,5 aydır Türkiye’de terör saldırısı yaşanmıyor. Bu IŞİD’in vazgeçtiği için değil, işbirliğimizin sonucudur.”
Bu ifadeler özür değil, tam bir hezeyan ve itirafnamedir.
ABD’li büyükelçi ne demeye çalışmaktadır? Bize ne anlatmaktadır?
Bu nasıl bir suçüstü halidir?
IŞİD’e dur, PKK’ya vur diyen; YPG’ye bombala, Barzani’ye harekete geç talimatı veren bizim nazarımızda bellidir.
ABD, suçlu görmek istiyorsa kendisini yoklamalı, aynadaki akislerine dikkat kesilmelidir.
Çalımlarına baksak terörizme karşılar.
Sözlerine baksak terörden muztaripler.
Duruşlarına aldansak sanki insanlık değerleri konusunda eşsiz ve emsalsiz bir saygıya sahipler.
ABD’ye soruyorum, hele bir söyleyin, FETÖ’nün imam kılıklı hain başı ne geziyor sizin ülkenizde?
Hele bir deyin bana, Pensilvanya’da kurulan ihanet ve işgal üssü varlığını nasıl idame ve idare ediyor sizin memlekette?
Hâlâ mı tepkisizsiniz? Hâlâ mı ceset gibi duracaksınız?
Türkiye düşmanlarıyla görüşe görüşe, terör örgütleriyle düşe kalka nereye varacağınızı, neyi yapacağınızı sanıyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti hiçbir ülkeye el avuç açmayacak, hiçbir tehdidin karşısında dizlerinin bağı çözülmeyecektir.
Dosta dost, düşmana düşman olacağımızı herkesin bilmesinde fayda vardır.
Sabrımızı sınamak, sağduyumuzu yanlışa yormak açık bir gaflettir ki, muhataplarının yüzünü kara çıkaracak, hayal kırıklığına uğratacaktır.
Dileğim gerilen ve soğuyan ilişkilerin eski havasına kavuşması, eski tavına gelmesidir.
Türkiye üstüne düşeni zaten yapmaktadır. Gereğini yapma sırası ABD’dedir.
Karşılıklı heyetler arası görüşme trafiğinin aklıselime hizmet etmesi, sabır ve akılla sorunların çözümü umut ve temennimizdir.
Türkiye ayaklarının üstünde duracak, kendi kaderine kendi yön verecek bağımsız, bağlantısız, dirayetli, ilkeli ve kutlu varlığına son ferdine kadar sahip çıkacak büyük bir ülkedir.
Büyüklüğümüzü gölgelemek isteyenlerin hesabı ayaklarına dolaşacak, hevesleri de muhakkak kursaklarında kalacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, süresi 19 Ekim’de dolacak OHAL’in yeniden üç ay süresince uzatılma kararını destekleyeceğimizi ifade ediyor, dün Çukurca’da şehit olan evlatlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara şifa niyaz ediyor, sözlerimin sonunda sizleri bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.
Sağ olun, var olun, hepiniz Cenab-ı Allah’a emanet olun." dedi.
"Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis grup toplantımız vesilesiyle sizlerle tekrar bir araya gelmenin bahtiyarlığını yaşıyorum.
Konuşmamın başında muhterem heyetinizi, ekranları başındaki aziz vatandaşlarımızı, Türk-İslam coğrafyasında varlık mücadelesi veren kardeşlerimizi saygı ve şükranlarımla selamlıyorum.
Bir düşünceye, bir fikre, bir ülküye mutlak yöneliş ancak sadakat ve samimiyetle adanmasını bilen yüksek vasıflı insanların harcıdır.
Bu vasfı kazanmanın en sağlam ve sağlıklı yollarından birisi de hiç kuşku yok ki milli nitelikli eğitim sistemidir.
Yaygın ve yerleşik bir aşağılık duygusuna sahip kişilerin büyük ülkülere gönül vermesi, hadi bunu da geçtik ucundan, kıyısından tutması hayaldir.
Milli eğitimdeki pürüz ve badireler, sürekli derinleşen çelişki ve çarpıklıklar sadece bugünümüzü değil, geleceğimizi de riske atmaktadır.
Bu durum, hepimizin özen ve özgüvenle üzerinde durmamızı gerektiren bir sorunu ihsas ve ifade etmektedir.
Tutucu önyargılardan, taassubun zifiri karanlığından, köleci mantık ve mensubiyet bunalımından kurtuluşun reçetesi eğitim ve öğretimin niteliğinde gizlidir.
Cehaletin biaman düşmanıysak sorumluluklarımızı ihmal edemeyiz.
İhanetin karşısında bitaraf değilsek gerçeklerden kaçamaz, milli çağrı ve taleplere sırtımızı dönemeyiz.
Geleceği planlamanın mecburiyetine inanıyorsak nesillerin manen bizlere tevdi ve emanet ettiği tarihi görevlerimizi erteleyemeyiz.
Geleceğimizden tasarruf edemeyiz, gençlerimizin ümitlerini boşa çıkaramayız.
Ne yapacaksak, neyi hedefliyorsak şimdi harekete geçmeli, şimdiden devreye girmeliyiz.
Dün, bugün ve yarın ölçeğinde kuracağımız denge ve milli hassasiyetle eğitim alanındaki beklentileri azami seviyede karşılamalıyız.
Bilinmelidir ki, milli eğitim istikbal demektir.
Bunun yanında milli eğitim istiklalin güvencesidir.
İstikbalimizi tesadüflere nasıl ve ne hakla teslim ederiz?
İstiklalimizi tartışmalı ve bulanık hale nasıl sokarız?
Bu itibarla milli eğitim sistemindeki karmaşa acilen çözülmelidir.
Milli eğitim sistemindeki arayışlara artık geniş bir mutabakatla son verilmelidir.
Başka çaremiz yoktur.
Başka seçeneğimiz de görülmemektedir.
Yaşadığımız onca kriz, maruz kaldığımız onca sıkıntı ve açmaz aslında milli eğitim sistemindeki zafiyetlerden türemiş, zayıflıklardan üremiştir.
Bir defa bunu kabullenmemiz şarttır.
Sürekli sistemle oynamak mahsurludur.
Sürekli politika değişikliklerine tevessül etmek yanlıştır.
Elbette her hükümetin, her siyasi iktidarın bir eğitim politikası, bu çerçevede hedefleri vardır.
Bunu herkes anlayış ve saygıyla karşılamalıdır.
Ancak her bakan değişikliği yeni bir politikaya kapı aralıyor, farklı bir uygulamaya ortam açıyorsa, durup düşünmemiz de kaçınılmazdır.
Milli eğitim alanında, görevdeki bakanın değil, hükümetin politikası vardır ve önemli olan da budur.
Davul başkasının omuzunda, tokmak bir başkasının elinde olursa muhatap kalınan sorunların içinden çıkmak takdir edersiniz ki zorlaşacaktır.
Artık milli eğitim sistemindeki ağırlaşan meseleleri istikrarlı, kalıcı, kapsayıcı bir şekilde ele alıp, uzlaşmanın imkanlarından faydalanarak gidermek asıldır, acildir, elzemdir.
TEOG’un kaldırılmasından sonra üniversite sınav sisteminde de değişikliğe gidilmiştir.
2018-2019 Eğitim ve Öğretim Yılında, yükseköğretime giriş sınavının yeni ismi Yükseköğretim Kurumları Sınavı olarak belirlenmiştir.
Böylelikle YGS ve LYS kaldırılmıştır.
Değişiklik yalnızca isim bazında kalmamıştır.
Yeni sistemde evlatlarımız iki ayrı oturuma katılacaklardır.
İlk oturumda Türkçe ve matematik sorularından oluşan Temel Yeterlilik Testinden sorumlu olacaklardır.
Öğleden sonraki ikinci oturumda ise lise müfredatına dair bilgiler kontrol edilecektir.
Getirilen sistemin ayrıntılarına girmeden şunu söylemek isterim ki, üniversite sınav sistemindeki gelgitler, kafa karışıklıkları, yaşanan tartışmalar maalesef son bulmuş değildir.
Bilakis yeni sınav sistemi ilave sorunların doğmasına neden olmuştur.
Öğrencilerimiz huzursuzdur.
Tabiatıyla anneler, babalar kaygılıdır.
Kaldı ki mezkur yeni sistemin oturması zaman alacak, hatta kaynak ve emek israfına yol açacaktır.
Ülkemizde yükseköğretime geçiş sistemi üzerinde artan bir talep baskısı vardır. Bunu görüyoruz.
2006 yılı sonrasında hem yeni üniversitelerin açılması hem de kontenjanların artırılması yükseköğretimde hızlı bir genişlemeyi sağlamıştır.
Ama bu yeterli değildir.
Halen çok sayıda evladımız üniversiteye girememenin baskı ve stresini yaşamaktadır.
1983 yılında yaklaşık 335 bin düzeyinde olan toplam öğrenci sayısı bugün 7 milyon sınırını aşmıştır.
Bu önemli bir kazanımdır.
Yükseköğretim mezun sayısına baktığımıza burada da kayda değer bir artışın varlığı göze çarpmaktadır.
Son yirmi yıl içinde mezun sayısı 3,5 kat oranında yükselmiştir.
Buna rağmen, ülkemizin 25-64 yaş aralığındaki mezuniyet oranı OECD ülkelerinin yarısı kadardır.
1981 yılında 19 olan üniversite sayısı ise bugün 183’ü bulmuştur.
Ama nitelik sorunlarına çözüm getirilememiş, sistem arayışları kesilmemiş, üniversite kapılarındaki yığılmaya çözüm bulunamamıştır.
1 milyon kişi başına düşen üniversite sayısı Türkiye’de 2,1 iken; bu sayı ABD, Rusya, Danimarka, Malezya, Polonya, İsviçre ve Norveç’te 10’u geçmiştir.
Türkiye kaynaklı bilimsel yayınların sayısı yıllar itibariyle artsa da, atıf sayıları aynı oranda artmamış, dolayısıyla yayın başına düşen atıf sayısı düşmüştür.
Kısaca bu tablo, bilimsel yayınların kalitesinde bir sorun olduğuna somut bir delildir.
Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmeyi hedef olarak belirlemiş bir Türkiye’nin, mevcut bu soruna çareler bulması zorunluluktur.
Kabul edelim ki, ortaöğretimden yükseköğretime geçiş, dünyanın hemen her ülkesinde önemli ve kritik bir meseledir.
Türkiye olarak hala bu alanda yönünü arayan, makul bir yol bulmaya çalışan ülke olmamız oldukça düşündürücüdür.
Kaldı ki, yükseköğretimden mezun olmakla da her şey bitmiş, her yer güllük gülistanlık olmuş değildir.
Üniversite mezunu evlatlarımızın yüzde 35’i işsizdir.
Bu ağır bir sosyal krize davetiyedir.
Gençler işsiz ve mutsuzken, her söz tabansız, her teşebbüs temelsizdir.
ÖSS, ÖYS, YGS, LYS yükseköğretimin düzlüğe çıkmasına yaramamıştır.
Getirilen yeni sistemin birçok sakıncalı yönüyle yine fayda sağlamayacağına dair endişemiz de fazladır.
Çünkü karşımızdaki mesele sınav sistemini değiştirmekle çözülecek kadar basit, hafif ve yüzeysel değildir.
Ağır hastalıklar pansuman tedavilerle bitmeyecektir.
Mevzi hamleler, milli ve stratejik bir karara dönüşmedikçe sonuç vermeyecektir.
Sınav sistemlerindeki değişikliklerle günü kurtarmak belki mümkündür, ama yarınları kaybedeceğimiz neredeyse kesindir.
Bunu Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi hiçbir devlet ve siyaset insanı elbette arzulamayacak, istemeyecektir.
Zorunlu eğitim süresinin 2012’den itibaren 8 yıldan 12 yıla çıkarılması yükseköğretime talebi daha da fazlalaştırmıştır.
2007 yılında 1 milyon 776 bin kardeşimiz üniversiteye giriş sınavına başvurmuşken, bu sayı 2017’de 2 milyon 266 bine ulaşmıştır.
Yapılanı eleştirmek bir bakıma en kolayıdır, bunun farkındayız.
Milliyetçi Hareket Partisi sorumlu ve yapıcı muhalefet anlayışı kapsamında yalnızca eleştirmenin, kulp takmanın, karalamanın ahlaken ve siyaseten mahsurlu olduğuna içtenlikle inanmaktadır.
Bu nedenle taş üstüne taş koymak, hatta gerekirse taşın altına elimizi uzatmak bizi biz yapan siyaset ilkelerimiz arasındadır.
Mühim olan neyin teklif edileceği, sorunlara nasıl neşter vurulacağı noktasında düğümlenmektedir.
Genç bir nüfusa sahip Türkiye’nin üniversite sınav kataloğundan onu mu seçsem, bunu mu seçsem diye vakit kaybına tahammülü yoktur.
Neyi seçersek seçelim, hangi sınav sistemini getirirsek getirelim şikâyetler dinmeyecek, soru işaretleri bitmeyecek, mağduriyetler ve masum vicdanların çığlıkları azalmayacaktır.
Radikal adım atmanın, milli bir anlaşma ve kucaklaşmayla yükseköğretime geçiş sistemini kökünden düzeltmenin ve düzenlemenin tam zamanıdır.
Geleceğimizi kurtarmanın, gelecek nesillere görevimizi yapmanın tam vaktidir.
Hükümete bizim teklifimiz şudur:
Gelin üniversite sınavını tamamen kaldıralım.
Gelin lisans, yüksek lisans, doktora eğitimlerinin önündeki bariyerleri birer birer yıkalım.
Anadolu’nun mazlum çocuklarına tüm imkânları sunalım.
15 Temmuz FETÖ işgal teşebbüsü bize öğretmiştir ki; liyakat tamam, ehliyet tamam; ama hepsinden önemlisi adam gibi adam nesillerin yetişmesi ve yetiştirilmesidir.
Altın nesil diyorlardı, ne oldu, tepemizden bomba yağdırdılar.
Yurt dışına önüne gelen maklubeci münafık ve melaneti gönderip en parlak üniversitelerde okuttular, fırsat bu fırsat deyip Pensilvanya’yı hain çiftliğine dönüştürdüler.
Okul dediler, Türkçe olimpiyatları düzenlediler, kolejler ve üniversiteler açtılar, sınav yolsuzlukları yaptılar; aynı zamanda da Türkiye’nin yıkımına şerefsizce hizmet ettiler.
Kalite, önce vicdanda olacak.
Eğitim önce, ahlak ve imanda yeşerecek.
Evlatlarımızı bir güne sığdırılan testlerle değil, bir ömre sığmayan muazzam duruş ve asaletleriyle övmeli, takdir etmeli, analarının ak sütü gibi helalleri olan haklarını da vermeliyiz.
Hep birlikte, milli ve manevi değerlerine sımsıkı sarılmış; vatanı için şehadete kucak açmış, bayrağı için her çileye, her külfete razı gelmiş kahraman Türk gençliğini bir sınavdan çıkarıp öbürüne sokmaktan vazgeçelim.
Onlar için ne yaptık da karşılığını alamadık?
Onlardan ne istedik de olumsuz cevap aldık?
Türk gençliğinin nelere kadir olduğunu, hangi meziyet ve seviyede bulunduğunu sınavla ölçecek, sınavla görecek durumda değiliz.
Türk gençliği akıllıdır, ahlaklıdır, çalışkandır, imanlıdır, inançlıdır; fırsat verilsin dünyayı yerinden oynatacak irfan ve iradeye sahip olduğunu gösterecektir.
İhanete karşı mızrak arıyorsak, Türk gençliği yanımızdadır.
Rezalete karşı yürek istiyorsak, Türk gençliği hazır beklemektedir.
İşgale karşı, istilaya karşı çelik gibi bir kuvvet, yiğit bir fişek istiyorsak Türk gençliğine bakmamız kâfidir.
Bizim için sadakat ve cesaret sahibi olmak, liyakat sahibi olmaktan, masaya koyulan testlere doğru cevap vermekten bin kat daha değerli, bin kat daha geçerlidir.
Kimse alınmasın, kimse saptırmasın; biz önce irfana, sınavdan önce zalimlere kafa tutan, meydan okuyan tertemiz kalplere bakarız.
İmkânsızlıklara direnen Türk gençliğinin önündeki engelleri kaldıralım.
Gencecik yaşta girdikleri ağır baskı ve dayatma ortamından, kaygı ve korku dolu senelerden hepsini çekip alalım.
Türk gençliğine inanıyorum, hepsine güveniyorum.
2015 yılı Seçim Beyannamemizde aynen demiştik ki:
“Üniversite giriş sınavı kaldırılacak, bunun yerine, ilköğretim ve orta öğretimde etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak, uygulanacak müfredat ile orta öğretim başarısını ve orta öğretim sonunda yapılacak “Olgunlaşma sınavını” esas alan ve fırsat eşitliğini ve adaleti gözeten üniversiteye geçiş sistemi uygulamaya konulacaktır.”
2009 yılında hazırladığımız Parti Programımızda demişti ki:
“Orta öğretim; program türünü esas alan, yatay ve dikey geçişlere imkân veren, çağdaş rehberlik ve yönlendirme hizmetiyle üniversite sistemine etkin geçişi sağlayan bir yapıya kavuşturulacaktır.”
Hükümete çağrıda bulunuyorum, bir el verin, bir ses verin, bir irade gösterin.
Soruyorum, üniversite sınavını kaldırmaya var mısınız?
Beka mücadelesinde sonuna kadar omuz omuzayız. Bunda en küçük tereddüt yoktur.
Zalimlere karşı aynı noktadayız, aynı çizgideyiz. Bunda da şüphe yoktur.
Hadi gelin, Türk gençliğinin ümüğünü sıkan, soluğunu kesen üniversite sınavını tümden ve hepten kaldırma konusunda da elbirliği, güç birliği yapalım.
Hadi buyurun, gayretimizle solgun yüzler gülsün, belirsizliğin karanlığı birlik ve dayanışmamızla kaybolsun.
Türk gençliği için varız, onlar için kararlıyız, geleceğin parlak, bağımsız, kalkınmış, büyümüş Türkiye’si için her mücadeleyi vermeye de her zaman hazırız, ihtiyaç duyulan her an buradayız.
Değerli Arkadaşlarım,
Sadece Türkiye, sadece bölgemiz değil; tüm dünya, tüm insanlık terörizmin tasallutu altında ve barbarlığının hedefindedir.
Her bir terör saldırısı sonunda kırılacak cam tavana bir çatlak eklemekte, sonunda çökecek binanın bir sütununu yıkmaktadır.
Somali’nin başkenti Mogadişu’da 14 Ekim günü resmen bir katliam yaşanmıştır.
Bomba yüklü bir aracın patlatılması sonucunda 200’e yakın insan hayatını kaybetmiş, yüzlercesi de yaralanmıştır.
Bu menfur saldırıdan sonra ülkede 3 günlük yas ilan edilmiştir.
Somalilere başsağlığı dileklerimi iletirken, terörizmi elbette ve güçlü bir şekilde bir kez daha lanetliyorum.
Bilhassa Ortadoğu terörizmin zalimane kuşatmasıyla inlemektedir.
Bölgemiz huzur, güvenlik ve istikrardan mahrumdur.
Çevremizde kanlı bir hesap görülmekte, mide bulandırıcı vahşi bir plan gündemde tutulmaktadır.
Tüm gözler bir tarafta Irak’ı tararken, diğer yanda Suriye’ye odaklanmıştır.
Bu iki ülke uçurumun kıyısında, parçalanma ve dağılmanın eşiğindedir.
Terör örgütlerini programlayıp, provoke edip Ortadoğu’ya sevk eden karanlık odak ve ortaklar dökülen kanları, alınan canları film gibi seyretmektedir.
Karşımızdaki manzara kahredici, isyan ettirici, infiale sürükleyicidir.
Irak ve Suriye’de adeta kıyamet kopmuştur.
Nerede bir istikrarsızlık varsa terör örgütleri oradadır.
Nerede kanayan bir yara, kaynayan bir ülke varsa teröristler oraya akmaktadır.
Barzani’nin 25 Eylül korsan referandumundan sonra bölgesel tansiyon daha da yükselmiş, tehditler daha da yoğunlaşmıştır.
Peşmerge başı yanlış üstüne yanlışa imza atmış, eceline susamış bir canlı gibi denetimsiz ve kontrolsüzlüğün seline kapılmıştır.
Düne kadar Kerkük’te tam bir restleşme hâkimdi.
Bu Türkmen kentinin batı ve güney kısmında Irak ordusu ve Haşdi Şabi kuvvet yığmış, operasyona hazırlanmıştı.
Peşmerge yanına PKK’yı da alarak Irak ordusunun karşısında mevzilenmişti.
Irak hükümeti, peşmergenin Kerkük’e PKK’lı teröristleri getirdiğini açıklayarak, bunun bir savaş ilanı olduğunu duyurmuştu.
Buna karşılık Barzani çetesi ise bu iddiayı yalanlamış, suçlamaların asılsız olduğunu ifade etmişti.
Ne var ki tüm bulgu, bilgi ve kanıtlar peşmergenin PKK’lı canileri Kerkük’e taşıdığını göstermiştir.
Biz Barzani’ye Mehmetçik katili derken boş konuşmuyorduk.
Biz ha peşmerge ha PKK derken de abartmıyor, gerçekleri saptırmıyorduk.
Kerkük’te PKK’nın ne işi vardır?
Bu neyin mesajı, hangi alçak senaryonun hazırlığıdır?
PKK’nın Kerkük’e intikalinin önünü kimler açmış, buna hangi güçler çanak tutmuştur?
Oynanan oyun şiddetlidir ve büyüktür.
Kandil ve Sincar’dan sonra PKK’nın Kerkük’e yuvalanması yalnızca Irak, yalnızca bölge için değil, Türkiye için de milli güvenlik meselesidir.
Şu andaki durum ne olursa olsun, Barzani-PKK cinayet ittifakında hedef Türkmen yurtlarıdır.
25 Eylül referandumunun gayesi daha da netleşmiş, taraf ve emelleri daha da gün yüzüne çıkmıştır.
Suriye’nin kuzeyindeki sözde üç kantona eklemlenmek isteyen, 25 Eylül’ü bu kapsamda ara durak gören ve PKK’nın hain hedefleriyle Kürdistan nöbetine giren Barzani tam bir düşman, tam bir rezildir.
Elinizi vicdanınıza koyup lütfen sorgulayınız; PKK’lılar peşmergeyle birlikte Türkmenelinde eğer kan döker, Türkmenleri topluca katlederse buna nasıl sessiz kalır, nasıl ilgisiz dururuz?
“Yedi düvelle karşı karşıya gelmenin anlamı” yok diye akıl veren devşirme ve satılık kalemler, söyleyiniz bana, sizin gibi korkakça, haysiyetsizce yaşamaya tamam mı diyelim?
“Kerkük ve Musul’un vilayetlerimiz olabileceği söyleminin ne askeri, ne siyasi bir dayanağı var” diyerek düşman güldüren, hain sevindiren kalem artıkları, Kürdistan kuruluyor, Türkiye tehdit ediliyor, zulüm tuzağı kuruluyor hala anlamıyor, hala görmüyor musunuz?
Nasıl olsa işleriniz tıkırında, bir eliniz yağda, diğer eliniz balda.
Nasıl olsa tuzunuz kuru, kapmışsınız bir gazete köşesi, kurulmuşsunuz bir televizyon ekranına, öğüttüğünüz yalan, övdüğünüz talan.
Dahası her devrin adamı, her hatırlı adamın da uşağı olmaya çoktan alıştığınız her halinizden belli.
Teslimiyetçilik bu tiplerin ruhunda vardır.
Tavizkarlık, tüfeylilik, köksüzlük bunların kimliğidir.
Barzani’ye çıt çıkarmazlar.
PKK’ya zeytin dalı uzatırlar.
Türkmenler oldu mu konu, Kerkük konuşuldu mu, üç maymunu oynarlar.
Bu kadar omurgasız, bu kadar şahsiyetsiz, bu kadar da kalpleri taş kesilmiştir.
Kötü görüp, kötü gösterirler.
Milli mukavemeti tırmalamak, terörle mücadeleyi tırpanlamak için her utanmazlıktan medet umarlar.
Çünkü bunlar içimize kadar sızmış kamuflajlı, makyajlı, maskeli Türk ve Türkiye hasımlarıdır.
82 Kerkük deriz, kızarırlar, bozarırlar; betleri, benizleri atar.
83 Musul deriz, nöbet geçiren şizofreni hastasına dönerler.
Çünkü bunların vicdanları haczedilmiş, haysiyet noksanlıkları alenileşmiştir.
Gün gelip kalbi yeis ve nedamet içinde çırpınacak olanların bugünlerde dillerine ve idraklerine asılan kilitler onların sonunu getirecek, mahcubiyetlerine neden olacaktır.
Dış politikada dengeymiş, ne dengesi, neyin dengesi, ortada denge mi kaldı?
Kimseyi ürkütmemek, kimseyi rahatsız etmemek lazımmış.
Ama Türk milletini önüne gelen rahatsız ederse, buna da aldırmamak, bunu da büyütmemek gerekiyormuş.
Beyzadelerin rahatı nasıl olsa hiç kimsede yoktur.
Kendilerini yalılarda, boğaz manzaralı konutlarında, işbirlikçi yabancı dostlarının dizinin dibinde emniyete almışlardır.
Bu iki ayaklı Kırım Kongo kenelerine, bu zulüm beslemelerine Türk milleti mutlaka hesabı soracak, yüzsüzlüklerini, yüreksizliklerini inanıyorum ki yanlarına koymayacaktır.
İşgal yıllarında, Ali Kemal Dahiliye Vekilliği görevini icra ederken, 22-23 Haziran 1919’da Balıkesir Mutasarrıflığına bir yazı yazarak şöyle demişti:
“Ne kadar gaddarane ve haksızca olursa olsun, biz işgallere karşı sarih haklarımızı ancak siyaseten savunabiliriz.”
Şu kepazeliğe bakınız ki, meğer Ali Kemal ölmemiş, ruhu medyada, siyasette, sanatta, sivil toplum kuruluşlarında vızır vızır dolaşımdadır.
Fakat bunun karşısında da Kuvayı Milliye şuuru, Milli Mücadele onuru da hamd olsun ayaktadır, hıyanetin hakkından gelmeye muktedirdir.
Değerli Arkadaşlarım,
Kerkük’te PKK’nın konuşlanma teşebbüsü Türkiye için alarmdır.
Bu durum en üst düzeyde beka sorunudur.
Muhtemel her gelişmeye karşılık, Irak Merkezi yönetimiyle ortak operasyon yapılması, mütecaviz emellere karşı keskin bir şekilde müdahale edilmesi hususunda her tedbir, her ihtimal planlanmalıdır.
Türk hava sahasının Barzani’ye kapatılmasıyla ilgili karar derinleştirilmelidir.
Dışişleri Bakanlığıyla MGK’nın dünkü açıklamaları isabetli, yerinde ve bizim nezdimizde olumludur.
Irak ordusu, bayrak asıp Kerkük valiliğini kontrol altına almışsa da şu anda kadim Türkmen şehri her tehlikeye açıktır.
Taşkın belirsizlikler had safhadadır.
Irak ordusu, peşmergeye verilen geri çekilme süresinin dolmasından sonra, Pazar gece yarısı Kerkük’teki askeri üs ve petrol kuyularını ele geçirmek için operasyon başlatmıştı.
Çatışmalar Tazehurmatu ve Tuzhurmatu çevresinde yoğunlaşmıştı.
Peşmerge bir yanda yandaşlarını sokağa çağırırken, diğer yanda korkakça geri çekilmişti.
Sonunda Kerkük musibetten kurtarılmıştır.
Şunu hiç kimse aklından çıkarmasın ki; Kerkük, hiçbir zaman, PKK ve peşmergeye yar edilmeyecek, terörizmin tetikçilerine ucunda ölüm bile olsa asla bırakılmayacaktır.
Türkiye meşru ve tarihsel haklarını, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yetkilerini sonuna kadar kullanmak için atik, çevik ve tavizsiz bir duruş sergilemelidir.
Kerkük terk edilirse, Kerkük kandan nemalanan vampirlere verilirse, bunun vebali, bunun sorumluluğu herkesin üzerine olacak, hiç kimse de bu devasa yükün altından kalkamayacaktır.
Kerkük yanarsa, Irak çökecek, Ortadoğu çürüyecek, Türkiye sendeleyecektir.
Kerkük bölgenin şah damarı, ağırlık merkezi, can evi, nabız atışıdır.
Terörizmin Kerkük’e çöreklenmesi, Kerkük’ü tarihsel bağlarından çeke çeke koparması felakete davetiye, bölgesel iflasa kapı açmaktır.
Peşmerge artıklarının PKK’lı canilerle birlikte Kerkük’ten sürülüp çıkarılması, bu Türkmen kentinin Irak ordusu tarafından kontrol altına alınması memnuniyet verici olsa da, bu netice ne Türkiye’yi ne de Irak’ı rehavete sürüklememelidir.
PKK’lı canilerle silahlı peşmergeler kaçtıkları yere kadar kovalanmalı yakalandıkları yerlerde de imha edilmelidir.
Türkiye sınır ötesindeki düşmanca gelişmeleri, milli varlığına kast edecek hareketliliği teyakkuzla takip etmelidir.
Kerkük candır, kandır, emanettir, tarihtir, elbette ve her şart altında Türk’tür, Türk kalacaktır.
Gerekirse Barzani yakalanıp getirilmeli, gerekirse de PKK’nın Türkmeneli’nde alan hâkimiyeti kurma mücadelesine engel olunacak askeri girişim havadan ve karadan korkusuzca başlatılmalıdır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Barzani’ye “Kak Mesut” diyen eski Başbakan sosyal medya hesabı üzerinden geçtiğimiz Pazar günü 10 maddelik bir açıklama yaparak kendini hatırlatma gereği duymuştur.
Bu şahıs Kerkük’ün asırlardır bütün etnik ve mezhebi renkleri, aidiyetleri bünyesinde barındırdığını açıklamıştır.
Anlaşıldığı üzere Kerkük’ün Türkmen ruhunu inkar etmiş, Türkmen yurdu olduğunu yok saymıştır.
Yani kendisinden bekleneni bir kez daha yerine getirmiştir.
Stratejik derinlikte az kalsın Türkiye’yi boğmak üzere iken görevden el çektirilen bu zihniyet, şimdi kalkmış, sanki fikrin nedir diye sorulmuş gibi mesajlar verme gereği duymuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Barzani’ye referandumu iptal et diyor, Irak’ın siyasi birliğine, toprak bütünlüğüne tartışmasız önem veriyor, ne var ki eski Başbakan çıkıp müzakere tavsiyesinde bulunarak referandumun dondurulmasını öneriyor.
Sayın Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, Dışişleri Bakanlığı, TSK güçlü bir iradeyle ağız birliği içindeyken, bir eski Başbakan’ın durumdan vazife çıkararak devletin politikalarına aykırı beyanat vermesi, Türkmenlerin haklarına kara çalması gafillik ve garabettir.
Ve de hükümetin politikalarını sabote etmektir.
Sorarım sana, durdun durdun da şimdi niye ortaya çıktın?
Sıfır sorun enkazı daha kaldırılmamışken, sana ne oluyor, sen hangi yüzle konuşuyorsun?
Barzani lobisinin değirmenine deyim yerindeyse su taşıyor.
Kerkük’ün acıları büyürken, kayıpları artarken; hala zalimlerin sözcülüğüne cüret edenlerin varlığı kabul edilemez işbirlikçilik ve ilkesizlik örneğidir.
Bölgesel barış ve huzuru bozmak için pusuya yatmış olan mihraklara Türkiye komşuluk hukuku, tarihsel ve kültürel ilişkiler kapsamında tavrını ve azametini çekinmeden göstermelidir.
Kerkük’ün kimliğiyle, statüsüyle oynamak korkunç olaylara neden olacaktır.
Bunun önüne geçmek tarihi görevimizdir.
Kerkük sahipsiz değildir; sahip çıkacak kudret ve ümit Türk milletidir.
Türkmenler tutsak ve mahkûm değildir, Türkiye ve Irak’ın ortak tutumu ve samimi diyalogları perşmerge ve terörist işgalinin belini kırmaya çok şükür yetecektir.
Güney sınırlarımıza paralel şekilde kurulmak istenen terör devleti milli iradenin, milli gücün müdahalesiyle henüz doğmadan ölüme terk edilecektir.
Türkiye Fırat Kalkanı Harekatı’ndan sonra başlattığı İdlib operasyonuyla terörizmin boğazına sarılmış, Akdeniz’e çıkış yollarını kesmiştir.
TSK’nın 8 Ekim 2017’den itibaren başladığı keşif faaliyetleri, 12 Ekim 2017 tarihiyle gözlem noktalarını teşkil faaliyetleriyle derinleşmiş ve tesir alanını genişletmiştir.
Astana sürecinde ateşkesin tesis, gözetim ve devamını temin amacıyla; garantör ülkelerce mutabık kalınan angajman kuralları kapsamında sınırlarımızın hemen dibindeki askeri haraketlilik sürmektedir.
İdlib’in baştan ayağa temizliği şarttır.
Çatışmasızlık genele hâkim kılınmalıdır.
Bu yapılıyorken, İdlib sınırındaki Bereket Dağı’ndan Afrin’deki terörist yapılanmayı her gelişmeye hazırlıklı olacak şekilde izlememiz kaçınılmaz bir zarurettir.
Türkiye terör koridorunun açılmasına izin vermeyecektir.
Türkiye Kürdistan fitnesinin kurulmasına fırsat vermeyecektir.
Bugün İdlib, yarın Afrin, Ayn el Arab, Cezire derken; Türkmeneli’nin namus ve şeref mücadelesine destek vermek için kahramanlarımızın işgalcilerin tepesine ansızın balyoz gibi inmesi duamız, isteğimiz ve beklentimizdir.
Küresel güçlerin kiralık katil olarak tuttukları IŞİD, PKK, FETÖ, YPG ve diğer cinayet ve ihanet örgütlerinin kökü kazınmadan, kaynakları kurutulmadan ne Türkiye’ye ne de bölge ülkelerine huzur yoktur.
Bu terör örgütleri aynı merkezden kumanda edilmektedir.
Bunlar ki, İslam toplumlarına, asırlık medeniyetlere, Türklüğün hayat alanlarına saldırı emri alan kanlı canavarlardır.
Birbirlerinin ayağına basmazlar.
Birbirleriyle ihtilaf içinde görünseler de, gerçekte kucak kucağa fitne ve dehşet saçarlar.
Geçtiğimiz günlerde, Suriye’nin Rakka kentinde PKK-PYD’nin IŞİD’le uzlaşması, IŞİD’li teröristlerin Deyrizor kırsalına güvenle tahliyesi herkesin gözü önünde cereyan etmiştir.
Artık bölücü katillerin içte ve dışta burnundan getirmek milli ve manevi mirasımıza karşı tehiri imkânsız görevimizdir.
Türk milleti muhasım güçleri yerin dibine sokacak cesaret ve inanmışlıktadır.
İhanet, iman ve milli irade karşısında tel tel dağılacaktır.
Karşımızda kim durursa dursun, önümüze kim çıkarsa çıksın; alayını ezip geçmek mukadderat ve mukaddesatımıza borcumuzdur.
Biz manevi borcumuza sadığız, inşallah ödeyeceğiz.
Biz milletimize ve ülkemize sevdalıyız, yan bakanları da Allah’ın izniyle yıkıp aşacağız.
Değerli Milletvekilleri,
ABD’yle yaşanan vize geriliminin düşmesi başından beri talep ve tavsiyemizdir.
Ancak ABD yönetiminin sorumsuz açıklamaları, özellikle büyükelçinin talihsiz ve müessif sözleri gerilimin şiddetini düşürmek şöyle dursun, devamlı körüklemiştir.
Söz konusu elçi 11 Ekim’de diyor ki; “9,5 aydır Türkiye’de terör saldırısı yaşanmıyor. Bu IŞİD’in vazgeçtiği için değil, işbirliğimizin sonucudur.”
Bu ifadeler özür değil, tam bir hezeyan ve itirafnamedir.
ABD’li büyükelçi ne demeye çalışmaktadır? Bize ne anlatmaktadır?
Bu nasıl bir suçüstü halidir?
IŞİD’e dur, PKK’ya vur diyen; YPG’ye bombala, Barzani’ye harekete geç talimatı veren bizim nazarımızda bellidir.
ABD, suçlu görmek istiyorsa kendisini yoklamalı, aynadaki akislerine dikkat kesilmelidir.
Çalımlarına baksak terörizme karşılar.
Sözlerine baksak terörden muztaripler.
Duruşlarına aldansak sanki insanlık değerleri konusunda eşsiz ve emsalsiz bir saygıya sahipler.
ABD’ye soruyorum, hele bir söyleyin, FETÖ’nün imam kılıklı hain başı ne geziyor sizin ülkenizde?
Hele bir deyin bana, Pensilvanya’da kurulan ihanet ve işgal üssü varlığını nasıl idame ve idare ediyor sizin memlekette?
Hâlâ mı tepkisizsiniz? Hâlâ mı ceset gibi duracaksınız?
Türkiye düşmanlarıyla görüşe görüşe, terör örgütleriyle düşe kalka nereye varacağınızı, neyi yapacağınızı sanıyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti hiçbir ülkeye el avuç açmayacak, hiçbir tehdidin karşısında dizlerinin bağı çözülmeyecektir.
Dosta dost, düşmana düşman olacağımızı herkesin bilmesinde fayda vardır.
Sabrımızı sınamak, sağduyumuzu yanlışa yormak açık bir gaflettir ki, muhataplarının yüzünü kara çıkaracak, hayal kırıklığına uğratacaktır.
Dileğim gerilen ve soğuyan ilişkilerin eski havasına kavuşması, eski tavına gelmesidir.
Türkiye üstüne düşeni zaten yapmaktadır. Gereğini yapma sırası ABD’dedir.
Karşılıklı heyetler arası görüşme trafiğinin aklıselime hizmet etmesi, sabır ve akılla sorunların çözümü umut ve temennimizdir.
Türkiye ayaklarının üstünde duracak, kendi kaderine kendi yön verecek bağımsız, bağlantısız, dirayetli, ilkeli ve kutlu varlığına son ferdine kadar sahip çıkacak büyük bir ülkedir.
Büyüklüğümüzü gölgelemek isteyenlerin hesabı ayaklarına dolaşacak, hevesleri de muhakkak kursaklarında kalacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, süresi 19 Ekim’de dolacak OHAL’in yeniden üç ay süresince uzatılma kararını destekleyeceğimizi ifade ediyor, dün Çukurca’da şehit olan evlatlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara şifa niyaz ediyor, sözlerimin sonunda sizleri bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.
Sağ olun, var olun, hepiniz Cenab-ı Allah’a emanet olun." dedi.
Bu xəbər oxucular tərəfindən 675 dəfə izlənilmişdir!
Yahoo | |||||||
Del.icio.us | Digg | StumbleUpon | FriendFeed |