21.06.2019 [12:28] - Gündəm, DAVAMın yazıları
Amerika’da meydana gelen 11 Eylül 2001 tarihli korkunç terör olayından sonra, terör ile isyanı daha açık bir şekilde ayırt etmenin gereksinimi doğmuştur. Bu iki sözcüğün anlamında güç kullanmak ile kan dökmek gibi ortaklıkların bulunduğu açıktır. Oysa, bu ortaklıklara rağmen, bu iki kavramın içeriğinde birbirine taban tabana zıt olan iki olgu söz konusudur.
Terör bireyseldir, isyan toplumsaldır. Terörün gücü gizliliktedir, isyanın gücü meşruluktadır. Farkların en önemlisi, terörün failine irade ve kıskançlık egemendir; isyanın failine akıl ve mertlik egemendir. Terörün faili teröristtir-suikastçıdır; isyanın faili özgürlük savaşçısıdır. Terörün amacı sadece öldürmek ve zarar vermek olduğu için yürüyecek yolu dardır, olanakları kıt, geleceği karanlıktır; isyanın amacı özgürlük-kurtuluş olduğu için yürüyecek yolu geniştir, olanakları sonsuz, geleceği aydınlıktır.
Terör iki türlüdür: Bireysel terör ve devlet terörü. İsyanın türü çoktur: Silahlı isyan, yürüyüş, protesto, söz düellosu, kalem gücüyle karşı koymak, tıpkı “UYGURLAR” kitabının yazarı Turgun Almas’ın yaptığı gibi…
İşte, dünyamız bir savaş alanıdır. Bu savaş iyilerle kötülerin, mazlumlarla zalimlerin savaşıdır. İnsanlığın geçmişinin büyük kısmı savaş, işgal, isyan, terör, suikast ve katliamdan ibaret kanlı olaylarla doludur. İnsanlık tarihinin her devrinden, her ülke veya ulustan bu kanlı olayların örneklerini bulmak mümkündür.
Eski çağlara değinsek:
Köle Spartacus’un (ölümü M.Ö.71) tüm Roma’yı titreten isyanı. Roma devletinin başında bulunan ve Spartakuc’a, “Eylemlerinin boş uğraş” olacağını söyleye bilen, Ünlü devlet adamı Julius Sezar’ın (M.Ö.101-M.Ö.44), 15 Mart 44 yılında bir suikast sonucu öldürülmesi.
Orta çağlara değinsek:
Rudbar, İran’ın başkenti Tahran’ın kuzey-doğusunda Hazar denizine yakın bir vadi... Bir zamanlar dört bir yana terör korkusu yayan Alamut Kalesi buraya yerleşmiştir. Bu terör kale devletinin başında Hasan Sabbah (1050-1124) bulunuyordu. Hasan Sabbah’a göre, kendinden olmayan herkesin sadık fedailer eliyle öldürülmesi dinî vazife olarak algılanıyordu. Sonuçta, bu katil ordusunu ortadan kaldırmaya karar veren Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah ve Onun buyruğunu yerine getirmeye azmeden komutan Yorumtaş ardı ardına fedailer tarafından öldürülmüştü. Ünlü başvezir Nizamülmülk de hançer darbeleri altında can vermişti.
Ünlü Türk bilgini Ebu Reyhan Biruni (973-1048) Türkistan’a yönelik Arap işgali sırasında zalimliğiyle ün kazanmış Arap komutanı Kuteybe hakkında : “Kuteybe, Harezm yazısını mükemmel bilen, Harezm’in gelenek-rivayetlerini iyi bilen ve halkı bilgilendiren bilginleri yok etti. Şimdi bu rivayetler yok olduğuna göre, İslamiyetten önce ne olduğunu da bilmenin imkanı yoktur”, diye yazmıştır. Horasan valisi Kuteybe (670-715) komşu Türklere karşı acımasız saldırılar yaparken, Beykenti yerle bir etti. Şehiri savunan erkeklerin hepsini öldürttü. Fergane’deki bir isyan sırasında kendisi de öldürülmüştür.
Yakın çağımıza değinsek:
Stalin tarafından yönlendirilen Troçki’ye (1879-1940) ve Kirov’a (1886-1934) yapılan suikast. Arhipélag Gulag’da (Adalardaki Kampların Merkezî Yönetimi) 1 Mart 1940 tarihli belgeye göre, cezalandırılan insan sayısı 1 668 200 kişidir. Bunların çoğu öldürülmüştür. İşte bu devlet terörüdür. ABD devlet başkanı Kennedy’in (1917-1963) bir suikast sonucu öldürülmesi. İsveçli devlet adamı Palme’nin (1927-1986) bir suikast sonucu öldürülmesi. Türkiye’deki siyasî İslamcıların Aydınlara yönelik suikast eylemleri.
Yukarıda kısaca sıraladığım örneklerin çeşitliliği ve çokluğu bakımından bu konuda Çin’in ayrı bir yeri vardır. Değişik bir değişle, dünyamızda terör ile isyan olaylarına en zengin ülke Çin’dir. Çin’de Terör ne kadar çeşitli ve çoksa, isyan da o kadar çeşitli ve çoktur. Sömürgeleri olan Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan ve Mançurya’dan bölünmüş bir Çin’i göz önümüze getirelim. Burası haritada göründüğü gibi yuvarlak göl şeklindeki sazlık bir ülkedir. Bu ülkede yılan, kurbağa, pirinç ve kalabalık sarı ırk topluluğundan başka hiçbir şey yoktur.
Başkalarının hesabına ayakta kalabilmek için batı ile kuzeye genişleyen (doğu ile güneye genişleyemezdi, çünkü bu yön denizlerle çevrilidir) bu sarı ırk ve onun devletine tarih boyunca irade gücüyle çıkar kaygısı egemen olmuş; çıkar uğruna yapacağın her şey mubah, onların yaşam felsefesi olmuştur. Bu sebeple bu ırk ve onun devleti mantık ve ahlaktan yoksun olarak gelişmiş ve bunun içindir ki, bu ırk ve onun devleti her zaman terör ve isyana gebe yaşamıştır.
Çin devletinin düşüncesine göre, “Doğu Türkistan” diye bir şey yoktur, burası Şin Cañ’dır, yani kazanılmış topraktır. Uygurların yaptığı tüm eylemler ise terör eylemidir. Bin Ladin eyleminde nasıl İslam’ı kullandıysa, Uygurlar da İslam’ı kullanıyor, yani Bin Ladin’in eylemiyle benzerlik taşır.
Çin’in Doğu Türkistan’ı işgal etmeye kalktığı 1755 yılından Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşu olan 1949 yılına kadar Doğu Türkistan’da olup biten tarihe mal olmuş büyük isyanların sayısı 15’tir. Her isyan kanlı terör ve katliamlarla bastırılmıştır. Öldürülen insan sayısı 10 binler, 100 binlerle tahmin edilir. Bu isyanlar sonucu 3 defa Uygur ulusal devleti kurulmuştu. 1949’dan sonra komünist Çin yönetimine karşı irili-ufaklı isyanlar ister Doğu Türkistan’da ister Çin’in içinde kesintisiz devam etmiştir. Bu isyanları bastırmada sadece Çin’in kendine özgü devlet terörü kullanılmıştır.
Örnekler:
Mao, 40 yıllık silah arkadaşı Li Şao Çi’yi Keyfıñ şehrindeki özel hapishanede kendi elbisesini yiyerek ölmesi için aç bırakıp, acımasız bir şekilde, karşı söylemenin intikamını almıştır. Kültür Devrimi’nde (1966-1976) Mao’nun Kızıl Muhafızları tarafından rast gele öldürülen insan sayısı milyonlarla tahmin edilmektedir. 1976 ve 1989 yıllarında Tan En Mın alanında tanklarla ezerek öldürülen gençlerin sayısı on binlerle tahmin edilmektedir. Taklamakan çölündeki ceza kamplarında tutulan ve öldürülen insan sayısını şimdilik bilmemize imkân yoktur. Resmî rakamlara göre, Pekin 2001’de infaz rekoru kırarak 2000’den fazla insan idam etmiştir. Bu rakamın aslında 5000’i bulduğu söylenir. Çin tek başına dünyanın geri kalanından fazla idama imza atıyor. Bu idamlar içinde Uygurlar “gözde idamlık”tır. Bu olgulara devlet terörü demekten başka ne denilir ?!
11 Eylül her şeyden önce Araplar ile Çinlilerin işine gelmiştir. Araplar, bu olaya karşı Amerika’nın sert tepkisini istismar ederek, dünyada Amerika düşmanlığını körüklemeye çalıştılar. Çinliler ise, Uygurların İslamî inançlarını istismar ederek, Uygurların özgürlük savaşını terör eylemi olarak tanımlayıp bastırmaya çalıştı. Dünyaya Uygurları terörist olarak ilan etti, tıpkı Rusların Çeçenleri terörist ilan ettikleri gibi.
Kendi topraklarında azınlık durumuna düşürülmüş, insan gibi yaşayabilmenin tüm olanakları elinden alınmış yoksul ve yorgun Uygurların Çinlilerle barış içinde beraber yaşamasının asla olasılığı yoktur. Ancak yalan ve haksızlıklara dayanabilen insan Çinlilerle beraber yaşayabilir. Çinlilerle beraber yaşarken dürüstlüğü ve yiğitliği seçmek ölümü seçmek demektir. Uygurların bugünkü savaşı hayatta kalabilme savaşıdır. Çinlilerin, Türk komünistlerini yani vatan hainlerini kullanarak, ister siyasî bakımdan olsun, ister maddî ve manevî bakımdan olsun, Doğu Türkistan’da yürüttüğü bütün eylemleri, bazen sinsi, bazen açık olarak, Doğu Türkistan Türklüğünü top yekûn yok etmeye yöneliktir. Çin’in bu eylemleri Orta Çağ’daki Kuteybe’nin, Hasan Sabbah’ın eylemlerini aratmayacak kadar kötülükte mükemmeldir. Bu yüzden Doğu Türkistan Türklerinin Çinlilere karşı duyduğu kin ve nefret sonsuzdur. Durum böyleyken, Uygurları dincilikle, İslamî terörle suçlamak, onlara yapılan en büyük haksızlık, en büyük hakarettir. Uygurlar ne yaptıysa, ne yapabildiyse bu isyandır. Uygurların Mustafa Kemal’i yok, Nelson Mandela’sı yok, olması da imkânsızdır. Çünkü bu kişiler gibi kurtuluş-özgürlük yıldızlarını ancak az çok Batı değerlerinin etkisi olan, az çok ulusal ve bilimsel eğitime açık olan uluslar yetiştirir. Uygurların çocukluğunda anne babasından öğrendiği yarım yamalak dinî bilgileri ve canlarından başka kurtuluş-özgürlük için kullanabilecek hiçbir şeyleri yoktur. Evet, Çin devleti onları bilimden, ulusal eğitimden yoksun tutmuştur.
Esir ulusların özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi önce kendini tanımaktan yani tarihini ve kültürünü bilmekten geçer. Bilhassa Uygurlar gibi uzun bir siyasî tarihe ve köklü bir kültüre sahip ulus kendini tam anlamıyla tanıdığı an, o ulusun kurtuluş savaşını hiçbir kara güç durduramaz. Ulusa mal olan bu manevî güç hemen maddî güce dönüşür.
Çin Uygurları 11 Eylül’le eziyor.
Yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan kurnaz hırsızı göz önüne getirelim, bu hırsız kaçarken bağırıyormuş:
“Hırsız kaçtı, yakalayın! “ İşte Çin’in Uygurlar hakkındaki bugünkü tutumu budur.
Çin’in bu iğrenç tutumu karşısında kayıtsız kalan devlet ve topluluklara, şahıslara, Arhipélag Gulag’da işkence görmüş Polonyalı yazar Bruno Yasensky’in şu seslenişini sunuyorum:
“Düşmanlarınızdan korkmayın, en fazla sizi öldürürler. Dostlarınızdan korkmayın, en fazla size ihanet ederler. Kayıtsızlardan korkun, çünkü cinayetler ve ihanetler onların sessiz onayıyla işlenir” .
Terör bireyseldir, isyan toplumsaldır. Terörün gücü gizliliktedir, isyanın gücü meşruluktadır. Farkların en önemlisi, terörün failine irade ve kıskançlık egemendir; isyanın failine akıl ve mertlik egemendir. Terörün faili teröristtir-suikastçıdır; isyanın faili özgürlük savaşçısıdır. Terörün amacı sadece öldürmek ve zarar vermek olduğu için yürüyecek yolu dardır, olanakları kıt, geleceği karanlıktır; isyanın amacı özgürlük-kurtuluş olduğu için yürüyecek yolu geniştir, olanakları sonsuz, geleceği aydınlıktır.
Terör iki türlüdür: Bireysel terör ve devlet terörü. İsyanın türü çoktur: Silahlı isyan, yürüyüş, protesto, söz düellosu, kalem gücüyle karşı koymak, tıpkı “UYGURLAR” kitabının yazarı Turgun Almas’ın yaptığı gibi…
İşte, dünyamız bir savaş alanıdır. Bu savaş iyilerle kötülerin, mazlumlarla zalimlerin savaşıdır. İnsanlığın geçmişinin büyük kısmı savaş, işgal, isyan, terör, suikast ve katliamdan ibaret kanlı olaylarla doludur. İnsanlık tarihinin her devrinden, her ülke veya ulustan bu kanlı olayların örneklerini bulmak mümkündür.
Eski çağlara değinsek:
Köle Spartacus’un (ölümü M.Ö.71) tüm Roma’yı titreten isyanı. Roma devletinin başında bulunan ve Spartakuc’a, “Eylemlerinin boş uğraş” olacağını söyleye bilen, Ünlü devlet adamı Julius Sezar’ın (M.Ö.101-M.Ö.44), 15 Mart 44 yılında bir suikast sonucu öldürülmesi.
Orta çağlara değinsek:
Rudbar, İran’ın başkenti Tahran’ın kuzey-doğusunda Hazar denizine yakın bir vadi... Bir zamanlar dört bir yana terör korkusu yayan Alamut Kalesi buraya yerleşmiştir. Bu terör kale devletinin başında Hasan Sabbah (1050-1124) bulunuyordu. Hasan Sabbah’a göre, kendinden olmayan herkesin sadık fedailer eliyle öldürülmesi dinî vazife olarak algılanıyordu. Sonuçta, bu katil ordusunu ortadan kaldırmaya karar veren Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah ve Onun buyruğunu yerine getirmeye azmeden komutan Yorumtaş ardı ardına fedailer tarafından öldürülmüştü. Ünlü başvezir Nizamülmülk de hançer darbeleri altında can vermişti.
Ünlü Türk bilgini Ebu Reyhan Biruni (973-1048) Türkistan’a yönelik Arap işgali sırasında zalimliğiyle ün kazanmış Arap komutanı Kuteybe hakkında : “Kuteybe, Harezm yazısını mükemmel bilen, Harezm’in gelenek-rivayetlerini iyi bilen ve halkı bilgilendiren bilginleri yok etti. Şimdi bu rivayetler yok olduğuna göre, İslamiyetten önce ne olduğunu da bilmenin imkanı yoktur”, diye yazmıştır. Horasan valisi Kuteybe (670-715) komşu Türklere karşı acımasız saldırılar yaparken, Beykenti yerle bir etti. Şehiri savunan erkeklerin hepsini öldürttü. Fergane’deki bir isyan sırasında kendisi de öldürülmüştür.
Yakın çağımıza değinsek:
Stalin tarafından yönlendirilen Troçki’ye (1879-1940) ve Kirov’a (1886-1934) yapılan suikast. Arhipélag Gulag’da (Adalardaki Kampların Merkezî Yönetimi) 1 Mart 1940 tarihli belgeye göre, cezalandırılan insan sayısı 1 668 200 kişidir. Bunların çoğu öldürülmüştür. İşte bu devlet terörüdür. ABD devlet başkanı Kennedy’in (1917-1963) bir suikast sonucu öldürülmesi. İsveçli devlet adamı Palme’nin (1927-1986) bir suikast sonucu öldürülmesi. Türkiye’deki siyasî İslamcıların Aydınlara yönelik suikast eylemleri.
Yukarıda kısaca sıraladığım örneklerin çeşitliliği ve çokluğu bakımından bu konuda Çin’in ayrı bir yeri vardır. Değişik bir değişle, dünyamızda terör ile isyan olaylarına en zengin ülke Çin’dir. Çin’de Terör ne kadar çeşitli ve çoksa, isyan da o kadar çeşitli ve çoktur. Sömürgeleri olan Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan ve Mançurya’dan bölünmüş bir Çin’i göz önümüze getirelim. Burası haritada göründüğü gibi yuvarlak göl şeklindeki sazlık bir ülkedir. Bu ülkede yılan, kurbağa, pirinç ve kalabalık sarı ırk topluluğundan başka hiçbir şey yoktur.
Başkalarının hesabına ayakta kalabilmek için batı ile kuzeye genişleyen (doğu ile güneye genişleyemezdi, çünkü bu yön denizlerle çevrilidir) bu sarı ırk ve onun devletine tarih boyunca irade gücüyle çıkar kaygısı egemen olmuş; çıkar uğruna yapacağın her şey mubah, onların yaşam felsefesi olmuştur. Bu sebeple bu ırk ve onun devleti mantık ve ahlaktan yoksun olarak gelişmiş ve bunun içindir ki, bu ırk ve onun devleti her zaman terör ve isyana gebe yaşamıştır.
Çin devletinin düşüncesine göre, “Doğu Türkistan” diye bir şey yoktur, burası Şin Cañ’dır, yani kazanılmış topraktır. Uygurların yaptığı tüm eylemler ise terör eylemidir. Bin Ladin eyleminde nasıl İslam’ı kullandıysa, Uygurlar da İslam’ı kullanıyor, yani Bin Ladin’in eylemiyle benzerlik taşır.
Çin’in Doğu Türkistan’ı işgal etmeye kalktığı 1755 yılından Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşu olan 1949 yılına kadar Doğu Türkistan’da olup biten tarihe mal olmuş büyük isyanların sayısı 15’tir. Her isyan kanlı terör ve katliamlarla bastırılmıştır. Öldürülen insan sayısı 10 binler, 100 binlerle tahmin edilir. Bu isyanlar sonucu 3 defa Uygur ulusal devleti kurulmuştu. 1949’dan sonra komünist Çin yönetimine karşı irili-ufaklı isyanlar ister Doğu Türkistan’da ister Çin’in içinde kesintisiz devam etmiştir. Bu isyanları bastırmada sadece Çin’in kendine özgü devlet terörü kullanılmıştır.
Örnekler:
Mao, 40 yıllık silah arkadaşı Li Şao Çi’yi Keyfıñ şehrindeki özel hapishanede kendi elbisesini yiyerek ölmesi için aç bırakıp, acımasız bir şekilde, karşı söylemenin intikamını almıştır. Kültür Devrimi’nde (1966-1976) Mao’nun Kızıl Muhafızları tarafından rast gele öldürülen insan sayısı milyonlarla tahmin edilmektedir. 1976 ve 1989 yıllarında Tan En Mın alanında tanklarla ezerek öldürülen gençlerin sayısı on binlerle tahmin edilmektedir. Taklamakan çölündeki ceza kamplarında tutulan ve öldürülen insan sayısını şimdilik bilmemize imkân yoktur. Resmî rakamlara göre, Pekin 2001’de infaz rekoru kırarak 2000’den fazla insan idam etmiştir. Bu rakamın aslında 5000’i bulduğu söylenir. Çin tek başına dünyanın geri kalanından fazla idama imza atıyor. Bu idamlar içinde Uygurlar “gözde idamlık”tır. Bu olgulara devlet terörü demekten başka ne denilir ?!
11 Eylül her şeyden önce Araplar ile Çinlilerin işine gelmiştir. Araplar, bu olaya karşı Amerika’nın sert tepkisini istismar ederek, dünyada Amerika düşmanlığını körüklemeye çalıştılar. Çinliler ise, Uygurların İslamî inançlarını istismar ederek, Uygurların özgürlük savaşını terör eylemi olarak tanımlayıp bastırmaya çalıştı. Dünyaya Uygurları terörist olarak ilan etti, tıpkı Rusların Çeçenleri terörist ilan ettikleri gibi.
Kendi topraklarında azınlık durumuna düşürülmüş, insan gibi yaşayabilmenin tüm olanakları elinden alınmış yoksul ve yorgun Uygurların Çinlilerle barış içinde beraber yaşamasının asla olasılığı yoktur. Ancak yalan ve haksızlıklara dayanabilen insan Çinlilerle beraber yaşayabilir. Çinlilerle beraber yaşarken dürüstlüğü ve yiğitliği seçmek ölümü seçmek demektir. Uygurların bugünkü savaşı hayatta kalabilme savaşıdır. Çinlilerin, Türk komünistlerini yani vatan hainlerini kullanarak, ister siyasî bakımdan olsun, ister maddî ve manevî bakımdan olsun, Doğu Türkistan’da yürüttüğü bütün eylemleri, bazen sinsi, bazen açık olarak, Doğu Türkistan Türklüğünü top yekûn yok etmeye yöneliktir. Çin’in bu eylemleri Orta Çağ’daki Kuteybe’nin, Hasan Sabbah’ın eylemlerini aratmayacak kadar kötülükte mükemmeldir. Bu yüzden Doğu Türkistan Türklerinin Çinlilere karşı duyduğu kin ve nefret sonsuzdur. Durum böyleyken, Uygurları dincilikle, İslamî terörle suçlamak, onlara yapılan en büyük haksızlık, en büyük hakarettir. Uygurlar ne yaptıysa, ne yapabildiyse bu isyandır. Uygurların Mustafa Kemal’i yok, Nelson Mandela’sı yok, olması da imkânsızdır. Çünkü bu kişiler gibi kurtuluş-özgürlük yıldızlarını ancak az çok Batı değerlerinin etkisi olan, az çok ulusal ve bilimsel eğitime açık olan uluslar yetiştirir. Uygurların çocukluğunda anne babasından öğrendiği yarım yamalak dinî bilgileri ve canlarından başka kurtuluş-özgürlük için kullanabilecek hiçbir şeyleri yoktur. Evet, Çin devleti onları bilimden, ulusal eğitimden yoksun tutmuştur.
Esir ulusların özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi önce kendini tanımaktan yani tarihini ve kültürünü bilmekten geçer. Bilhassa Uygurlar gibi uzun bir siyasî tarihe ve köklü bir kültüre sahip ulus kendini tam anlamıyla tanıdığı an, o ulusun kurtuluş savaşını hiçbir kara güç durduramaz. Ulusa mal olan bu manevî güç hemen maddî güce dönüşür.
Çin Uygurları 11 Eylül’le eziyor.
Yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan kurnaz hırsızı göz önüne getirelim, bu hırsız kaçarken bağırıyormuş:
“Hırsız kaçtı, yakalayın! “ İşte Çin’in Uygurlar hakkındaki bugünkü tutumu budur.
Çin’in bu iğrenç tutumu karşısında kayıtsız kalan devlet ve topluluklara, şahıslara, Arhipélag Gulag’da işkence görmüş Polonyalı yazar Bruno Yasensky’in şu seslenişini sunuyorum:
“Düşmanlarınızdan korkmayın, en fazla sizi öldürürler. Dostlarınızdan korkmayın, en fazla size ihanet ederler. Kayıtsızlardan korkun, çünkü cinayetler ve ihanetler onların sessiz onayıyla işlenir” .
Bu xəbər oxucular tərəfindən 814 dəfə izlənilmişdir!
Yahoo | |||||||
Del.icio.us | Digg | StumbleUpon | FriendFeed |